Siyasal Paradigmalar
Prof. Dr. Ahmet Özer Yer kürede sınırları belirlenmiş ve BM tarafından kabul edilmiş 213 devlet var. Bu devletler durum, konum ve ideolojilerine göre sürekli birbirleri... Realizm ve Neoliberalizm Açısından Uluslararası İlişkiler
Gönderiyi Paylaşın

Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi

 

Giriş

Yer kürede sınırları belirlenmiş ve BM tarafından kabul edilmiş 213 devlet var. Bu devletler durum, konum ve ideolojilerine göre sürekli birbirleri ile ilişki, çelişki ve hatta çatışma içindedir. Ne ki bu güne kadar bunu önleyen yaptırım gücü olan bir ulus üstü kurum oluşturulmuş değil. Birleşmiş Milletler (BM) ise gelinen noktada bu gelişmeler karşısında artık çok yetersiz kalıyor. Buna rağmen gene de uluslararası ilişkileri kurumsallaşmaya çalışan bir ağ, bir müktesebat ve işleyiş söz konusudur denebilir.

Uluslararası İlişkilere Yaklaşımlar

Uluslararası ilişki deyince ilk akla gelen kavram “güç” kavramıdır. Zira uluslararası ilişkileri belirleyen unsur güçtür. Güç, devletlerce temsil edilir ama iktidarlar tarafından kullanılır. O nedenle bazı iktidarlar (Türkiye’de olduğu gibi) kolayca güç zehirlenmesine uğrar. İktidarları sonuçta insanlar yönetir. Uluslararası ilişkileri açıklamada uzun bir geçmişe sahip olan realist teori bu noktadan hareket ederek bu ilişkileri üç temel aktörle açıklamaya çalışır. Bunlar, 1)İnsanın doğası, 2) Devletlerin varlığı ve 3)Uluslararası sistemdir. Görüldüğü gibi sonuçta bu üç unsurun ortasında insan duruyor. İnsan ise daima güç, şan, şöhret peşinde koşar ve her daim onu ister. Bu durum kimi yerde belirleyici kimi yerde ise etkileyici rol oynar.

Bu çerçevede uluslararası ilişkileri açıklayan birçok yaklaşım olmakla beraber ana omurga realist ve liberal, çatışmacı yaklaşımlar olarak üçe ayrılabilir.

REALİST YAKLAŞIM

Siyasal Realizm teorinsin belirgin özelliği uluslararası ilişkilerde genel olarak olması gerekeni (normatif olanı) değil, olanı (reel olanı)  açıklamaya çalmasıdır. Bu teoriye göre uluslararası ilişkilerde esas aktör devlettir. O yüzden devletten yola çıkarak ilişkileri değerlendirir. Onlara göre devletler rasyonel kurumlardır, nihayetinde çıkarlarını esas alırlar.  Fakat bazen devletin başındaki kişi işi kişiselleştirebilir, Türkiye Suriye ilişiklerinde olduğu gibi.

Sonuçta ne olursa olsun iş gelip güce dayanır; gücün özü ise çatışmacıdır. Bu yüzden devletler çatışır, çatışmayanların arasında ise her zaman çatışma riski vardır. Çünkü devletlerin her zaman çıkarları çatışır. Bir başka bakımdan baktığımızda uluslararası ilişkilerin doğası gereği anarşik bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Kimse emretmeye yetkin olmadığı gibi kimse uymaya da mecbur değildir. Bu yüzden uluslararası alan tekinsizdir ve bu yüzden savaş her zaman ihtimal dâhilindedir. Daha da önemlisi devletlerin üstünde onları yargılayacak bir kurumun olmamasıdır. Bu yüzden devleler kendilerinin hem hakimi hem de savcısıdır, diyebiliriz.

Baktığımızda devletlerin içinde bir hukuk düzeni olduğunu görüyoruz ama dışarda bu yoktur. Bazı siyasetçiler toplumun hassasiyetlilerini kaşımak ve kullanmak için bu tekinsiz alanda en önemli husus olarak bekayı ileri sürer ve hamaset nutuklarıyla onu kullanırlar, (Erdoğan ve Bahçeli gibi). Bu da ister istemez güvenlik kavramını ortaya çıkarır. Güvenlik ise güçlü olmanızı gerektirir. Güç nihai hakemdir, uluslararası sahanın geçer akçesi de para birimi de güçtür. Bunlara göre güç aynı zamanda prestijdir. O yüzden Neo liberal politikalar sonucu hükümetler Sosyal Güvenlik Devletinden Milli Güvenlik Devletine evrilirler. (Şimdilerde AKP Hükümetinin yaptığı gibi).

Peki, güç nedir? Bunlara göre söz konusu güç, askeri güçtür. Ekonomi ise askeri gücü desteklediği için gerekli ve önemlidir. Güce başka ne katkıda bulunur? Bilim, teknoloji sanayi vs. kimi unsurlar gücü artıran unsurlardır. Dolaysıyla uluslararası ilişkileri dengelemek bir çeşit güçler dengesidir. Uluslararası sistemi belirleyen gücün dayanağı güvenlik olunca bunun sunucu da maalesef iş güçlünün güçsüzü ezmesine kadar gidiyor. Gücü motive eden şey çıkar olunca, çıkarlar da ister istemez bir noktada çatışacaktır. O yüzden uluslararası ilişkilerde savaş riski her zaman vardır.

Güvenlik, ulusun güvenliğine, devletin bakasına dayandırılır, sözde gerekçeler buradan türetilir, sonuçlar da buradan çıkarılır. Hulasa devletlerin vicdanları ve duyguları yoktur, çıkarları vardır. O yüzden bu ilişkilerde adalet aramayın. Burada, haklı olan kuvvetli değil, kuvvetli olan haklıdır.

 Neo realistler

Neo realistler de uluslararası güç odaklıdır. Tek kutuplu, iki kutuplu ya da çok kutuplu dünyada, kimi tek kutupluluğu, kimi iki, kimi çok kutupluluğun daha barışçıl olduğunu ileri sürerler. Yapısalcı realistlere göre devletler için gücün bir sınırı yoktur. Her zaman daha fazlasını isterler. O zaman da çok güç istenci karşı gücü tetikler. Bazıları da devletler sınırsız güç istese de hegemonya kuruncaya kadar güç arayışına devam ederler, der. Güç dengesinden ziyade hegemonyanın uluslararası ilişkileri belirlediğini ileri sürerler.

Realizme göre dış siyaset iç siyaseti de etkiler. Tersi de mümkün. Realizmin geniş geleneğine baktığımızda ahlaki müzakerenin değerlendirmelerde her zaman işin bir parçası olduğunu görürüz. Ancak ahlakın uluslararası ilişkileri etkileme gücü ve durumu ya yok ya çok zayıftır. Uluslararası ilişkilerde belirleyici olan unsur her zaman güçtür. Merkezi ve üst bir otoritenin olmadığı yerde doğru yanlış iyi kötü yoktur, güç vardır. Hobbes bu ilişkilerde gücün bir çeşit hak olduğunu ileri sürer. Güçlü olanın haklı olduğu tezi buradan gelir.

Bu teoriye göre, siyaset kendi kurallarını kendi koyan otonom bir alandır. Bu alanda amaç çıkara dayalı güç peşinde koşmaktır. Bazıları bunu fazla sert bulur. Ör. Morgantain sadece siyasi düşünen bir varlık  olarak devlet canavar olur sadece ahlaki düşünen bir varlık ise aziz olur. Doğru olan ikisinin ortasını bulmaktır.

Fertler için uygun gördüğümüz ahlaki kurallar devletler için geçerli değildir. O yüzden devlet yönetmenin farklı (düalist: iyi-kötü) bir ahlakı vardır. Makyavel  “gerektiğinde kötü olmayı da bil” diyor. Edvar Car bir İngiliz diplomattan mülhem “Bir diplomatın görevi kendi ülkesinin çıkarlarına evrensel adalet elbisesini giydirip sunmaktır” der.

Uluslararası ilişkiler aynı zamanda trajik bir alandır. Ahlaki bağlılıklarımızın birbiri ile çatıştığı bir alan. Bu yüzden gerilim barındırır. Lineer değil, yani düz bir çizgide ilerlemez. İyi insanlar iyi şeyler yapar iyi sonuçlar alır tezi her zaman doğru değildir. Bazen iyi şeyler yapıp kötü sonuçlar da alabilirsiniz, tabi, tersi de mümkün. Realizme göre, özet olarak, tekinsiz bir alan olan uluslararası ilişkilerde temel aktörler devletlerdir, devletler bu alanda varlıklarını sürdürmek için güç temerküzüne giderler, bu da her zaman savaş riskini beraberinde getirir. Savaş siyasetin silahla yapılma biçimidir.

LİBERAL BAKIŞ VE GÜÇ ARAYIŞI

Liberalizmin temelinde var olan fikir birey fikridir ve buna göre birey bölünemez bir bütündür.  Bazı hak ve özgürlükler üzerine kurulmuş bir felsefedir liberalizm. Düşünce, girişim ve inanç özgürlüğünü savunur. Mülkiyet düzeni onun için önemlidir çünkü bu onlara göre bireyi birey yapan bir düzendir. Aklın da önemli olduğu liberalizm aynı zamda bir serbest piyasa itikadıdır. Aydınlanma fikriyatının önünü açan Kant, “akletmeye ve düşünmeye cesaret et”, der.  Bunlar ilerlemeyi sağlar. İlerleme liberalizmin dinidir. İlerleme savaşın azaltılması barışın hakim kılınması ile mümkündür.

Liberal açısından uluslararası kurama bakıldığında devlet üniter değildir aslında. Çünkü devlet denen yapının içinde çok farklı çıkar grupları, farklı etnik yapılar, farklı inanç kesimleri ve birbirine hiç bir açıdan uymayan ve benzemeyen farklı sınıflar vardır.  Bu kadar heterojenlik içinde homojenite aramak gerçekçi değil. Türkiye buna örnektir. En büyük sorun da farklılıkları teke indirgeme politikasından doğuyor.

Realistler devlet aygıtının aklına inanıyordu liberaller ise devlet tekil bir olgu değil diyor, onun çıkarı toplumu oluşturan farklı çıkar grupların ve bireylerin çıkarıdır. Dolayısıyla devlet yeknesak, tek, üniter değildir. Burada onu oluşturan bireydir önemli olan. Liberaller için en önemli mesele ilerlemenin ve refahın düşmanı olan savaşı durdurmaktır. Savaşı insan bünyesinin ürettiği bir hastalık olarak görüyorlar ama bu hastalık iyileştirilebilir, tedavi edilebilir bir hastalıktır onlara göre. Bu da barışla ve işbirliği ile mümkündür.

Uluslararası ilişkiler içten dışa doğru bir yöntem izliyor. Yani içerde uygulanan ve vatandaşı bağlayan hukukun bir benzeri dışarda da uygulanabilir ve bu hukuk devletleri bağlayan bir hukuk olmalıdır. Uluslararası barışın en  önemli iki aracı serbest ticaret ve kapitalizmdir.  Bunlar barışın en önemli iki aracı olarak görülüyor. Onlara göre Devletlerin engellenmediği yerde küresel refah maksimize edilecektir ve bu da serbest ticaretle olabilir ancak. Bazı liberallere göre, serbest ticaret tanrının mucizesidir, çünkü ticaretin serbestçe yapılması uluslararası ilişkilerde barışı oluşturur.

Bu teoriye göre siyaset kendi kural ve yasalarını kendisi koyan, başka yerden emir ve talimat almayan bir otonom alan olmalıdır. Otonom demek yasasını başka bir yerden almayan demektir. Buna göre otonom siyaset kendi kurallarını dinden, ahlaktan, ekonomiden almaz, estetikten almaz; siyaset kendi kurallarını kendisi koyar. O da güç olarak tanımlanmış çıkarın peşinden koşmaktır.

Barış Arayışı

Mesela realizme göre; estetiğin güzellik arayışı, felsefenin hakikat arayışı, ekonominin kar arayışı, ahlakın iyi arayışı, hukukun adalet arayışı var. Siyasetin ise  güç arayışı vardır. Güç arayışı mutlaka eninde sonunda savaşı doğurur.  Buna göre savaş insan toplulukları bünyesinin yarattığı, tedavi edilebilir bir hastalıktır. Marazi bir durumdur savaş. Ama onlara göre bu arızalı maraz tedavi edilebilir. Tedavisi ise barıştır. Bu da ancak iki şekilde mümkündür:  1)Savaşların azaltılıp barışın çoğaltılması ile. Buna demokratik barış teorisi deniyor. Demokratik barış teorisine göre uluslararası ilişkilerde her zaman her yerde geçerli olan bilimsel yasa ve herkesin kabul ettiği, yaptırım gücü olan hukuksal yasa yoktur. 2)Evrensel ve ebedi bir barışla sağlanabilir. Bu noktada Kant’ın “Ebedi Barış” kuramını anmak gerekir. Montesque, ticaret en yıkıcı ön yargıların devasıdır, der. Bu da birbirleriyle karşılıklı bağlılık ilişkilerden geçiyor. Bu karşılıklı bağımlılık barış üretir ama çatışma da üretebilir. Çünkü karşılıklı bağımlılık asimetriktir.

Onlara göre barışı sağlayacak dört unsur var:

1) Biri serbest piyasa ve karşılıklı bağımlılıktır;

2) İkincisi demokrasidir. Demokrasi normlarının olmasıdır.

3) Üçüncüsü ise uluslararası hukuktur. Uluslararası hukukun barış üretme kapasitesine inanıyorlar. İç hukuk var içerde belli bir düzen sağlanabiliyor. Ama uluslararası ilişkilerde bu olmadığı için kargaşa var. O yüzden iç hukuku dışarıya da uyarlamak istiyorlar, bunun barış sağlayacağına inanıyorlar. Eğer bir üst  organizasyon olsa ve yaptırım gücü olsa düzeni sağlayabilir ve devletlerin hakkını da koruyabilir. Adalet kavramı uluslararası ilişkilerde kullanılabilir. Ör BM Güvenlik Konseyi gibi.

4) Uluslararası kurumların barış üretme kapasitesine inanıyorlar. Devletleri bir araya getirip anlaşmazlıkları giderebiliyorlar. Projelerle ilgili dünya bankası, emekle ilgili İLO; para ile ilgili IMF var. Sağlıkla ilgili WHO. Onlara göre uluslararası kurumlar savaş hastalığını tedavi edecek ilaçlardır.

Demokratik barış teorisi ve Neoliberal kurumsalcılık barışın bir aracı olarak kullanılabilir. Anayasal olarak liberal demokrasi ile yönetilen devletler birbiriyle savaşmıyorlar. Savaşlarda liberal olmayan devletler karşı oluyor ve bunlar aynı cephede yer alıyorlar. Buna demokratik barış teorisi deniyor. Demek ki biz dünyanın geri kalanını demokratik yaparsak dünyaya o zam barışı hâkim kılabiliriz.

Demokratik barış teorisine göre demokrasiler birbiriyle savaşmıyor. Eğer bu tez doğruysa çok önemli sonuçları olacak demektir. Uluslararası ilişkilerde yasa yoktur. Eğer yasa olmaya yakın bir şey varsa o da budur.

Kantın Ebedi Barış Teorisi

Kant’ın ebedi barış teorisinin üç unsuru var:

1-Anaysal şart: Buna göre her devlet kendi içinde cumhuriyetçi kurallara göre örgütlenmeli. Yani buna göre her devlet temel siyasal halkları tanıyacak. Bu durumda en önemli husus vatandaşın katılımı olacak. Yani, savaş ya da barış kararını bunların temsilcisi bir meclis verecek, halk verecek. Bu yaklaşım savaş- barış kararını bir kişinin elinden alıyor. Çünkü krallar, prensler, imparatorlar savaşa gitmiyor, ölmüyor. Onların yerine halk ölüyor, halkın çocukları olan askerler ölüyor. Eğer savaş kararını alanlar savaş meydanlarına gitseydi, ölseydi ya savaşlar olmazdı ya da savaşlar bir günde dururdu. (Bu belirleme bize de tanıdık geliyor.)

Her devlet kendi vatandaşlarının temel insan hakları tanımalı ve önemlisi vatandaşlarının katılımını sağlamalı. En azından halkın seçimi ile gelmiş meclis savaş barış kararı alma yetkesine sahip olsun. Savaşın acısını halk çekiyor ama yönetici sınıfına bir şey olmuyor. Çünkü onlar savaşa gitmiyor. (savaş çıkaranlar ne kendileri ne de çocukları savaş alanlarında ölüyor. Yoksul halk çocukları ölüyorlar)

2- Uluslararası şart: Buna göre cumhuriyetçi devletler birbirlerinin egemenliklerine saygı göstermeli. Bu bir çeşit saldırmazlık paktı gibi işleyecek. Yani devletler birbirine saldırmayacak. Kendi aralarında birbirlerinin egemenliğine saygı duyacak. (Bizde hala Suriye ile savaş ha oldu ha olacak beklentisi sürüyor. Üstelik bu bir seçim kazanma aracına dönüştürülebilir.)

3- Kozmopolitan şart: Buna göre evrensel içerikli bir misafirperverlik anlaşması yapılmalı. Ülkeler arasındaki ilişkiler kötü olsa bile şahıslar serbestçe seyahat edebilmeli. Kant bunu ticaretin önünü açmak için söylüyor. Ona göre, serbest ticaret tanrının mucizesidir,  çünkü ona göre bu ilişki ister istemez barış üretir.  Evrensel içerikli misafirperverlik anlaşması. İki ülke savaşta da olsa insanlar serbestçe dolaşılıp serbestçe ticaret yapacak. Kimsenin düşmanca muamele görmeme hakkı. (AB örneği)

4-Kimsenin düşmanca muamele görmeme hakkı önemli. Bu durumda giderek büyüyen bir barış adası oluşacak bu da zamanla bütün dünyaya hâkim olacak.

Eleştiriler

Neo liberal kurumsalcılık 1980’lerin başında Rabert Cohen adlı Amerikalı tarafından ortaya atıldı. Klasik liberalizm devleti üniter görmüyordu. Neoliberalizm üniter görüyor ve devletlerin de (realizmde olduğu gibi) akla dayalı hareket edebileceğini kabul ediyor. Diyor ki bunu sağlayan aslında kurumlardır. Uluslararası kurumların uluslararası barış yaratma gücü var. Bu kurumlar uluslararası ilişkileri sağlayan işbirliğini artıran ve barışçıl ilişkiler geliştiren bir mantaliteye sahipler. (BM, WHO, DB, İMF). Dolayısıyla bu kurumlar uluslararası anarşiyi azaltabilir giderek ortadan kaldırabilir. Uluslararası ilişkilerde taahhüt edilenin güvenirliği önemli. Ayrıca verilen sözlerin tutulması önemli. İşte kurumsallaşmalar bunu sağlayabilen organlardır. Verilen sözlere uymayı sağlıyorlar. Anlaşmalar da bu kategoridedir. Neo realizm ve neo liberalizm kurumların uluslararası iş görüsünde buluşuyorlar.

Sonuç olarak liberaller kapitalizmin barış üretme fikrine sahipler, ilerleme fikrini benimsiyorlar, aydınlanma değerleriyle, akılla bilimle, uluslararası kurumların ve  serbest piyasanın barış üretmesine inanan bir yaklaşımdır. (Gelecek yazıda bunları Ortadoğu ve Türkiye yansımaları ele alınacak)

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir