Siyasal Paradigmalar
Prof. Dr. Ahmet ÖZER Önümüzde bir seçim var. Bu seçim bundan sonra nasıl bir ülkede yaşayacağımız bir “kader seçimi” olacak. O halde mesele kader seçimi... Gitmekte Olan Gidiyor, Gelmekte Olan Nedir Ya Da Ne Olmalıdır?
Gönderiyi Paylaşın

Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi

 

Giriş

Önümüzde bir seçim var. Bu seçim bundan sonra nasıl bir ülkede yaşayacağımız bir “kader seçimi” olacak. O halde mesele kader seçimi ise bu seçimde kimse ona “kariyer seçimi” gibi bakamaz ve bu yönlü planlama yapamaz, yapmamalı. Hele hele hiç kimse bu seçimde kişisel hırs ve kaprise kapılma hakkını kendinde görmemeli. Bu seçimde akıl, fedakârlık, feraset ve cesaret devrede olmalı. Çünkü bu seçim bir büyük fırsat ile birlikte bir büyük tehlikeyi de potansiyel olarak içinde taşıyor.

Fırsat ve Tehlike!

Bu seçimi fırsata çevirmek ya da tehlikeye sürüklemek muhalefetin feraset, cesaret ve akılcılığına bağlıdır. Mesele kimin gidip kimin geleceğinden ziyade gidenin ne bıraktığı, bırakılanın nasıl onarılacağı, onarılacak olanın nasıl düzeltileceği meselesidir. Eğer meseleye bu ilkesel düzlemde bakamazsak hata ederiz, o taktirde kazansak da kaybetmiş oluruz.

Çünkü gidenler büyük bir tahribat bırakacaklar. Gelenler bu tahribatı onarmaya ve düzeltmeye aday olanlardır. Bu nedenle şimdiden toplumun önüne buna dair ne yapılacağı hususunda program ve çözüm önerileri ile çıkmalılar. Bu sadece kazandıktan sonra değil kazanmanın da önemli manivela gücü ve motivasyon kaynağı olacaktır.

Hangi Ölçülere Bakacağız?

O halde biz de meseleyi bu yönüyle irdelemeliyiz. Önce sistemin niteliğini ve ne bırakacağını görelim sonra da bırakılanın nasıl düzeltileceğine bakalım. Bu aynı zamanda güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistemin de ne anlama geldiğini bize gösterecektir.

Bu günkü sistemin niteliğini anlamak için; 1)Kuvvetler ayrılığına; 2) merkezi idare ile yerel idare arasındaki ilişkiye; 3) devlet yurttaş ilişkisine; 4)hukukun üstünlüğüne; 5)ifade ve örgütlenme özgürlüğüne; 6) medyanın özgür ve bağımsızlığına; 7)kamuda liyakatin olup olmadığına; 8) partiler arası eşitliğe (eşit ve serbest yarışın olup olmadığına)  bakmak gerekir.

Bunlar varsa eğer adı ne olursa olsun sistem demokratiktir. Ölçü belli. Bunlar yoksa anti demokratiktir.

Geriye Ne Bırakılıyor? Düzeltilmesi Gereken Hususlar

Peki bugün bunlara baktığınızda olumlu bir şey görüyor muyuz? Eğer görüyorsanız mesele yok; eğer görmüyorum diyorsanız o zaman bir demokrasiden bahsedemeyiz demektir. Sadece adının demokrasi olduğu özünde otokratik olan bir sistemle karşı karşıyayız demektir.

Peki bu değerlendirmeyi haklı çıkartacak ne var bugün?

1) Bugün katı bürokratik bir merkezileşme var (Bütün sorunlar Ankara’da-Sarayda- tespit ediliyor, bütün çözümler burada bir küçük dar grupta sözüm ona üretiliyor, bütün kaynaklar burada toplanıp -partizanca- dağıtılıyor.)

2)Liyakat yerine kadrolar siyasi tercihe göre alınıyor. (Rüşvetçi eski bakandan büyükelçi, ilçe başkanı avukattan yargıç, diploması olmayandan genel müdür yapılıyor.)

Kanun Hükmünde Kararnamelerle yaratılan hak gasplarının giderilmesi, kamuda işe alımlarında ve atamalarda her tür ayırımcılığa son verilmesi ve sadece liyakatin esas alınması gereklidir

Halkın önemli bir kısmı açlık ve yoksulluktan bizarken cumhurbaşkanın onayı ile bir kişi üç- beş maaş alabiliyor. (Bal tutan parmağını yalar mantığı uygulanıyor)

3) Özerk kurumlar zayıfladı. Düzenleme ve denetleme mekanizması işlemiyor. (Merkez bankasına istediği zaman talimat veriliyor, üç ayda bir başkanı iktidarın keyfine göre değiştirilebiliyor)

4)Hukuktan uzaklaşıldı. (Hukukun üstünlüğü değil üstünlerin hukuku egemen. Onlarca gazeteci, yazın ve düşün adamı, siyasetçi ve seçilmiş hapiste. Demirtaş ve Kavala gibi birçok kişi AYM ve AHİM kararlarına rağmen hala içerde tutuluyorlar. Çünkü hukuk değil birileri öyle istiyor. Yasa, kural, nizam tanınmıyor.)

5)Medya tarafız ve bağımsız değil. Büyük sermaye kullanılarak bir havuz medyası oluşmuş durumda. Bu da halkın doğru haber alma hakkını gasp ediyor.

6) Dış politika iflas etmiş durumda. Komşularımız başta olmak üzere diğer ülkelerle savaş ve çatışmaya, askeri güç gösterisine dayalı, maceracı politikalardan uzaklaşmak, güçlü ve ilkeli diplomasiye, diyaloga ve her alanda iyi ilişkilere dayalı barışçıl politikalar yürütmek, hepimizin yararınadır.

7)Rekabet ortadan kalkmış. (Bazı şirketler açık seçik kayrılıyor. Yaptıkları işlere kamu yararı gözetilmeden her türlü -hasta, yolcu, geçiş garantisi gibi- devlet güvencesi veriliyor.)

8) Yandaş firmalara bu yapılırken belli sermaye gruplarına ise baskı yapılıyor. (Adeta bir sermaye transferi ile yeni türedi zenginler ve yeşil sermaye sınıfı yaratılıyor)

9) Ekonomi kadrolarındaki yetersiz bilgi ülkeyi krizlere sürüklüyor. (Üretim durma noktasında, inşaat sektörünün sonuna gelindi, faiz-döviz- enflasyon bir türlü denetim altına alınamıyor.  Pahalılık almış başını gidiyor. Bozuk gelir dağılımındaki makas gittikçe açılıyor. Bu ortamda zenginler daha zengin olurken, yoksul kesimler giderek açlık sınırına doğru sürükleniyorlar.)

10) Saydamlık yok. Cumhurbaşkanlığına bağlı varlık fonu, savunma harcamaları gibi önemli kalemler Sayıştay denetiminin dışında tutuluyor.

11) Denge ve denetleme yok. Bütün iktidar tek kişide toplanmış. (Bir patromanyal sultanizmle karşı karşıyayız. Hesap verilebilirlik yok. Yapanın yanına kar kalıyor. Bu da sistemi çürütüyor.)

12) Sistem tıkanmış, siyaset kirlenmiş, iktidar kayması yaşanıyor. (Tek adam yönetemiyor, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dedikleri ucube şey tıkandı. Yolsuzluk ve kayırmalar ayyuka çıkmış durumda. Adeta devletin mali deniz yemeyen keriz sözü işler olmuş. Devlete yönetilmesi gereken bir aygıt değil adeta paylaşılması gereken bir ganimet gibi bakılıyor.)

13) Yatırıma dönük fiziksel sermaye yok; nitelikli beşerî sermaye günden güne azalıyor, sivil toplumun oluşturduğu sosyal sermaye yok denecek kadar az. (Çünkü korku var. İnsanlara, “Benim tarafımda değilsen bertaraf olursun” deniliyor.)

14) Büyüme düşük, kentleşme, eğitim, sağlık gibi sektörlerin oluşturduğu “gelişme” çarpık ve yetersiz. Üretime dönük kamu yatırımları yok denecek kadar az, olanlar da durma noktasında.

15)Toplumsal barış zedelenmiş. Toplum kamplara ayrılmış durumda.

16) Kurumlara ve iktidara duyulan güven giderek azalıyor ve dibe doğru gidiyor. (Oysa bütün ilişkilerin o arada vatandaş iktidar ya da devlet ilişkisinin, lider/parti -seçmen ilişkisinin temelini güven oluşturur. Güvensizliğin başladığı yerde her şey biter. O yüzden bir bitiş noktasına doğru gidiyorlar.)

17) Yerel yönetimlerle merkezi hükümetin çekişmesi söz konusu. (HDP Belediyelerine kayyumlar atandı, CHP Belediyelerinin hizmetleri engellenmeye çalışılıyor.)

18) Ülkenin doğusunda ayrı batısında ayrı bir hukuk işleniyor.  İki hukuklu bir yapı söz konusu. Her fırsatta üniter devleti ileri sürenler iki hukuklu bir sistem uyguluyorlar. (HDP’li Belediye başkanlarının yerine vali kaymakamlar atanırken, batıda görevden alınan belediye başkanlarının yerine meclis kendi arasında başkan seçiyor. Yasanın amir hükmü böyle. Ama batıda uygulanan yasa doğuda uygulanmıyor)

19) Eğitim sistemi çökmüş durumda. Üniversiteler özerkliğini kaybetti. İlk ve orta sistem iktidarın anlayışı doğrultusunda “dindar nesiller” yetiştirmeye yönelmiş.

20) Kurumlar tahrip edildi. Türkiye’nin birikmiş sorunları çözülmedi.

21) Çevre tahrip edildi. İklim krizine karşı acil durum ilanı, çılgınca doğa ve çevre tahribatına yol açan, rant uğruna ormanları, tarım alanlarını, akarsuları tahrip eden ve ekolojik dengeyi bozan tüm projelerin, başta Kanal İstanbul olmak üzere, durdurulması gereklidir.

22)Başta enerji, ulaşım, kentleşme ve tarım olmak üzere tüm politikalarda doğa hakları odaklı yaklaşım acil zorunluluktur. Her canlının sağlıklı bir ekosistem içinde yaşam hakkının etkin yasalarla koruma altına alınması; orman yangınları, sel gibi ağır ekolojik tahribatın önüne geçmek için elzemdir.

Asıl Başarı

İşte muhalefetin bahsettiği güçlendirilmiş parlamenter sitem tam da bunları yapacak olan demokratik bir sistem olmalı. Bu 22 başlığın her biri bir siyasi projeye dönüştürülerek çözümleri çalışılmalı ve bir yol haritası gibi seçmenin önüne konuşmalıdır.

Seçim kazanmak elbette önemli ama asıl başarı ondan sonra bunların yapılması olacaktır. Tek başına seçim kazanmak, “Alin’in gidip Veli’nin geldiği” bir değişiklik tek başına başarı sayılmaz. Çünkü çıta çok yükseldi, halka umut verildi. Bu umut ve güven boşa çıkarılmamalı. O kazanarak kaybetmek olur.

O nedenle diyoruz ki, bu seçim içinde bir tehlike taşıdığı gibi bir fırsat da taşıyor.

Fırsat ve Tehlike İç İçe

Tehlike İktidar partisinin yeniden seçim kazanıp sistem değişikliğini rejim değişikliğine doğru evirirken buna seçim yolu ile bir meşruiyet kazandırmaktır ki bu ülkenin dönüşü zor olan bir yola girmesi demek olur.

Kazanmak bu iktidarın iş başından gönderdikten sonra iş başına gelen iktidarın bir restorasyon ve reform çalışması ile ülkeyi gerçek demokratik bir öze kavuşturmanın yolunu açmaktır.

Kazanarak kaybetmek ise bunları yamak yetine sadece Erdoğan’ı göndermeye kilitlenmektir ki bunun yaratacağı hayal kırıklığı kazanmanın yaratacağı kazançtan kat be kat büyük olacaktır.

Ve Yeni Bir Anayasa

Tabi bütün bunlar i ve yeni bir başlangıç için yeni demokratik bir anayasa elzemdir. Sivil, özgürlükçü, yeni bir anayasa, gerçek anlamda bir toplumsal sözleşme olacak ve bu Türkiye’de yeni bir başlangıcın ve demokratikleşmenin tacı olacaktır.

Bu anayasa; farklı kültürlere, kimliklere, inançlara, anadillerine ve yaşam tarzlarına saygıya dayalı eşit yurttaşlığı esas almalıdır. Anayasanın hazırlanma süreci, her kesimi kapsayan, demokratik katılım ve toplumsal müzakereye dayalı bir yöntemle yürütülmelidir.

O halde vakit varken şimdiden işe koyulmalı.

Yarın geç olabilir.

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir