Siyasal Paradigmalar
Alaaddin Dinçer Son günlerde “Eğitim Reformu” Cumhurbaşkanı tarafından yeniden gündeme getirilip tartışılmaya başladı. Eğitimde bir reformun yapılması gerektiği doğru, ancak reformdan ne anladığımız konusunda farklılaştığımız... Eğitimde Reform İçin, Öncelikle Kamusal Politikalara Dönülmelidir
Gönderiyi Paylaşın

Alaaddin Dinçer

 

Son günlerde “Eğitim Reformu” Cumhurbaşkanı tarafından yeniden gündeme getirilip tartışılmaya başladı. Eğitimde bir reformun yapılması gerektiği doğru, ancak reformdan ne anladığımız konusunda farklılaştığımız kesin. Cumhurbaşkanı reformun çubuğunu doğrudan din eğitimine ve eğitimi piyasalaştırmaya, dolayısıyla neo liberal politikalar ekseninde sermaye lehine daha çok yapılandırmaya doğru bükmeyi amaçlarken, bizim reform anlayışımız ise, çubuğu bilime ve kamusallığa doğru bükmeyi amaçlıyor. Eğitimi bilimsel ve kamusal esaslara göre yapılandırmanın dayandığı temel kavramsal çerçeve ile pratik ve ortaya çıkan sonuçlar bizleri bu tarafta kalmaya zorunlu bırakıyor. Bu yaklaşım, ayakları havada ütopik ya da basit bir tercih olarak görülecek durum değildir. Kökleri tarihsel olarak çok derinlerde olup, büyük mücadeleler ve bedeller ödemenin sonucu elde edilmiş haklara dönüşmüş kazanımların sonucudur.

 

Eğitimde yaşanan ‘’piyasacı yeniden yapılanma’’, kuşkusuz diğer alanlardan bağımsız olarak ortaya çıkmamıştır.1980’li yıllarda az gelişmiş ülkelerin, kapitalist sisteme entegrasyonunu amaçlayan ve ulusal ekonomilerin, uluslararası kapitalist sistemle bütünleşmesini hedefleyen yapısal uyum politikaları, bir bütün olarak kapitalist sistemin yeniden yapılanması amacıyla hayata geçirilmiştir. Yasal uyum politikalarının ilk ayağı olan ‘’serbest piyasa ekonomisi’’nin kurumsallaşması için özellikle uluslar arası sermaye tarafından öne sürülen en önemli istek, kamu eli ile yürütülen mal ve hizmet üretiminden vazgeçilmesi, kamusal alanın piyasa ilişkilerine terk edilmesi ya da ‘’maliyet-kar ilişkisi’’ çerçevesinde yeniden tanımlanması olmuştur.

 

1980’li yılların başından bu yana tüm dünyada yaygınlık kazanan neoliberal politikaların en çok etkilediği alanlar, sağlık ve sosyal güvenlik ile birlikte eğitim sistemleri olmuştur. Kapitalizmin içine girdiği krizden çıkabilmesi için önerilen kamusal nitelikli hakların ‘’piyasa’’ya açılması geçtiğimiz kırk yılın ana hedefi olarak belirlenmiştir. Bu ana hedef doğrultusunda, eğitim ve sağlık alanına yönelik özel yatırımlar artmış, bu alanların taşıdığı potansiyel açısından ‘’yüksek kar’’ getireceği beklentisi çoğalmıştır. Öyle ki, kamu bütçesi çerçevesinde yapılan düzenlemelerle, eğitime yönelik kamusal kaynaklarda sürekli olarak kesintiye gidilmiş, bu şekilde özel sermayenin önü açılmıştır.

 

Türkiye ekonomisine ve özellikle merkezi bütçe çerçevesinde kamu kaynaklarının tahsisine baktığımızda, 1980 sonrası oluşturulan merkezi bütçelerin giderek piyasa mekanizması ile bütünleşmeyi sağlayacak şekilde oluşturulduğunu görmekteyiz. Bu süreçte kamusal kaynakların önemli bir bölümü sosyal hizmetlerin dışındaki alanlara kaydırılarak, piyasa ilişkilerine terk edilmiştir. Bütçenin toplam ekonomi içindeki payının yetersizliği, yeterli vergi kaynağının olmaması, ekonomik gelişme sürecinin istenen düzeyde gerçekleşememesi nedeniyle kamusal hizmet uygulamalarının geliştirilmesi bilinçli olarak engellenmiştir.

 

Bütçede, son derece kısıtlı olan sosyal harcamalar içinde önemli bir paya sahip eğitim harcamaları, sosyal harcamaların her geçen yıl azaltılması, daha doğrusu özel kesime yönelik kaynak olarak aktarılması nedeniyle sürekli olarak kısıtlanmıştır. Böylece sistem içinden çıkamayacağı bir kriz içine itilmiştir. Özellikle 1990’li ve 2000’li yıllar sonrası ülke ekonomisini alt-üst eden krizlerin sıklaşması, ekonomide olduğu gibi eğitim hizmetlerinde de büyük yapısal sorunlara neden olmuş, çözüm olarak eğitimin özelleştirilmesi, merkezdeki ‘’yük’’ün yerel yönetimlere devri gibi ‘’çözümleri’’ gündeme getirmiştir. Bütün yurttaşların eğitim hakkından eşit derecede yararlanmasına yönelik düzenlemeler yapmak yerine, eğitim sadece ekonomik gücü olanların yararlanabileceği bir olanak haline getirilmiştir.

 

Neo liberal tezlere göre, dünya pazarında tüm ülkeler eşit ve özgürce ticaret yapacaklar, para ve sermaye akışının önündeki tüm engeller kaldırılacak, yoksul uluslar zenginleşecek, eski kapalı ekonomilerin bir ürünü olan gerici siyasal rejimler, pazardaki bu serbestleşmeyle birlikte çözülecek ve demokratikleşecektir. Evet, dünya sadece emperyalistler için tek bir pazara dönüştü. Ayrıca ne sömürge rejimleri demokratikleşti ne de yoksul uluslar zenginleşti. Tersine, saldırı ve yoksullaştırma arttı, sömürgeler emperyalizmin daha derin pazarları haline geldi. Buna rağmen, artık bu bildik söylem, Türkiye’de devletçe sürekli kullanılarak, sermayenin talep ve ihtiyaçları doğrultusunda devletin yeniden yapılandırılması programının gerçek yüzü saklanmaya çalışıldı. Şöyle ki; ‘’kamu harcamalarının fazla olduğu; Devletin zaten yetersiz olan kaynaklarının, devletin sırtında kambur olan kamuya aktarıldığı için derhal tasfiyesinin gerektiği; kamu alanındaki işçi-memur tüm çalışanların fazlalığının giderilmesi gerektiği’’ şeklindeki söylem sık sık kullanıldı. Oysa bunların hiç birisinin gerçekleri yansıtmadığı, aynı Devletin kurumlarınca istatistiklerle ortaya konulmuştur. 2020 yılı verilerine göre Devlet bütçesinin yarısı personel giderleri de dâhil çeşitli kamu harcamalarına aittir. Geriye kalan yarısı ise silahlanma ve faiz ödemelerine harcanmıştır.

 

Bu gelişmeler emekçileri doğrudan etkilemektedir. Yeni liberal ideoloji, yeni yönelim ve uygulamaları ile devleti yeniden yapılandırmakla kalmıyor, sosyal sonuçlarıyla günlük yaşamımızı birçok yönden etkileyen, tüm toplumsal yapıları sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırma ve dönüştürme adımları atmaktadır. İnsanlar arasındaki ilişkiler dahi ister toplumsal, ister bireysel olsun bu yeni yapılanmanın etkisiyle biçimlendirmektedir. Artık ekonomik sorunlardan, ekolojik sorunlara; sosyal sorunlardan, siyasal sorunlara, eğitim sorunlarına kadar her şey, ortaya çıktığı ülkeyi etkilemekle de kalmıyor, tüm dünyayı tesir altına alarak küreselleşiyor. Tüm yaşam alanlarını kapitalizmin kar güdülerine teslim eden bu anlayış, eğitiminde de bu uygulamalara zemin oluşturmaya girişiyor.

 

Eğitim Bir Haktır, Yoksun Kalmak Kişiliğin Çok Yönlü Gelişimini Engeller

En genel tanımıyla eğitim, insan davranışlarında, önceden belirlenmiş amaçlara göre belirli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizilimi olarak tanımlanır. Eğitim, bir bütün olarak düşünüldüğünde insanı yetiştirme sürecidir. Bireyin fiziksel veya içsel etkinlikler sonucu güç oluşturabilmesi veya davranış değişikliği gösterebilmesi için planlı, örgün ve yaygın eğitim alması gerekir. İnsan hakları belgelerinde eğitim, “insan kişiliğini bütün yönleriyle tam geliştiren, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı pekiştiren” bir etkinlik olarak tanımlanmaktadır.

 

İnsan kişiliğini geliştiren, bir başka ifadeyle insanı özgürleştiren eğitimin bazı temel işlevleri vardır. Eğitim ile kişiler var olan tüm yeteneklerini geliştirme imkânı bulur, topluma ve çevreye uyum sağlamasını kolaylaştıracak bilgi ve beceriler kazanır. Yine eğitim aracılığıyla bireylerin öğrenme yollarını öğrenerek bilimsel bilgiyi ve teknolojiyi tanımaları, yaşamsal beceri ve davranışları kazanmaları ve bütün bu süreçlerin sonunda bilimsel düşünen ve yaşamını bilim esaslarına göre düzenleyen, insan hak ve özgürlüklerine saygılı nitelikli yurttaşlar olarak yetişmeleri mümkün olabilir.

 

Bütün ulusal-uluslararası belgelerde de belirtildiği gibi herkes eğitim görme hakkına sahiptir. Cinsiyeti, etnik ve dinsel kimliği ne olursa olsun herkes; insan olduğu için kendini geliştirme, kendini oluşturma hakkına sahiptir. Eğitimde var olan eşitsizliklerin, sınırlamaların ve yoksunlukların ortadan kaldırılması, özgürlükçü eğitim anlayışına dayalı bir eğitim hakkının yaşama geçirilmesinin yanında eğitimin temel bir insan hakkı olması, bu hakkı kullanırken hak sahiplerinin taleplerini özgürce, demokratik yollarla dile getirebilmesine imkan verilmesi ve bu hakların uygulamaya geçmesini olanaklı kılar.

 

Günümüz insan hakları belgelerinde ‘’zorunlu eğitim’’ kavramı yerine ‘’eğitim hakkı’’ ‘’temel eğitim hakkı gibi’’ eğitimi bir zorunluluk olarak değil temel bir insan hakkı olarak gören kavramlar kullanılmaktadır. Bunun anlamı ise baskıcı devletle özdeşleşen ‘’zorunlu eğitim’’in yerini çağdaş demokratik devlet anlayışıyla örtüşen ‘’eğitim hakkının” almasıdır. Bu hak kullanılırken en çok karşılaşılan kavram ise ‘’eşitlik’’ kavramıdır. Eğitimde fırsat eşitliği, herkesin eğitim olanaklarından eşit bir şekilde yararlanmasının zorunlu olduğu sık kullanılan bir söylemdir. Bir değer yargısını ifade eden eşitlik kavramı sadece basit bir matematiksel eşitliği anlatmamaktadır. Yasalarda belirtilen eşitlik söylemleri ise sadece hukuksal bir anlam taşımakta, gerçekte eğitim hakkından ve dolayısıyla eğitim olanaklarından her bireyin ‘’eşit’’ bir şekilde yararlandığını söylemek mümkün görünmemektedir. Bir başka açıdan baktığımızda herkese eşit eğitim olanakları sunmak, herkese yeterli ‘’eğitim hakkı’’ sunmak anlamına gelmez. Kişilerin yetenek farklılıkları, gereksinmeleri, sağlık durumları, yaşam koşulları, onlara farklı eğitim olanakları sunması gerektirebilir. Bu nedenle bir bütün olarak eğitimi sağlama açısından ‘’eğitim eşitliği’’ yerine, ‘’eğitim hakkı’’ ve ‘’eğitim olanağı’’ kavramlarını benimsemek daha doğru olacaktır. Bu anlayışı benimsediğinizde ise eğitim hakkı ’’herkesin yeteneğine göre herkese ihtiyacı kadar’’ ilkesini hayata geçirmenin olanaklarını yaratmayı gerektirir.

 

Eğitim hakkının bir insan hakkı olarak kabul edilmesinin ardından, pek çok gelişmiş kapitalist ülkede parasız, nitelikli, kamusal eğitim hakkı ön plana çıkmıştır. Ancak 1970’li yılların ortalarından itibaren etkisini hissettiren neo liberal yaklaşımlar, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da ‘’serbest rekabet’’in geçerli olduğunu savunmuş ve ulusal ekonomilerin rekabetçi bir nitelik kazanmasının ancak kamuya ait, onunla özdeşleşmiş hizmetlerin, özel sektöre devri ile mümkün olabileceğini iddia etmiştir. Bu öneriler, özellikle gelişmiş ülkelerde gündeme getirildiği zaman büyük kitlesel tepkilere neden olmuş, bu nedenle kamu hizmeti alanlarında, özellikle eğitim ve sağlık sistemlerinde, yeniden yapılanma anlayışları özel olarak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için gündeme getirilmiştir.

 

Eğitimde Yaşanan Sorunların Nedenleri ve Çözüm Önerileri

Eğitim sistemi ‘’çağın gereklerine’’ göre yeniden düzenlendiğinde diğer kamusal hizmet alanları, bu düzenlemeye kendiliğinden uyum sağlayabileceği için aynı zamanda stratejik bir önem taşımaktadır. Bu nedenle bir ülkenin, örneğin Türkiye’nin eğitim sistemi, devletin, diğer kamu alanlarının yeniden oluşturulması için lokomotif görevi görebilir. Bugün, bütün dünyada eğitim sistemlerine egemen olmaya çalışan anlayış, eğitimi bir insan hakkı olarak değil, karşılığı ödenmesi gereken bir ‘’müşteri hizmeti’’ olarak görmektedir. Eğitim sistemlerinde yapılan değişiklikler ve açılan ‘’reform paketlerinin” temelinde ‘’müşteri hizmeti’’ anlayışının yaygınlaştırılması vardır. Öngörülen piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, yurttaşların müşterileşmesini hedef göstererek, ülkemizin başlıca sorunu olan toplumsal eşitsizliği baş edilemez boyutlara taşımaktadır. Aynı bölgede okullar, aynı okul içinde sınıflar, aynı sınıftaki öğrenciler birbirleriyle rekabet içine sokulmakta, zaten kıt olan kaynaklar büyük ölçüde heba edilmektedir.

 

Türkiye’de eğitimin içinde bulunduğu sorunların boyutu, sağlıklı bir eğitim hizmetinin gerçekleştirilmesine olanak sağlamaktan çok uzaktır. Eğitimin sorunlarının çözümü eğitim hakkının toplumsal bir hak olduğu, bu hakkın eşitlikçi bir kamusal alan ve buna bağlı olarak benimsenecek kamusal kaynak kullanımıyla sağlanabileceği açıktır. Kamusal kaynakların, toplumsal gereksinmeler yerine diğer alanlara kaydırılması ve giderek daha fazla kaynak aktarımının eğitim başta olmak üzere, tüm toplumsal nitelikli alanlardan sağlanması, eğitim sisteminin yaşadığı yapısal sorunların daha da artmasına neden olmaktadır.

 

Genç bir nüfusa sahip olması nedeniyle, Türkiye için en önemli ve en kapsamlı hizmet alanlardan birisi de eğitimdir. Eğitim sistemimiz, yıllardır sürdürülen bilinçli politikalar sonucu tam bir sorun yumağı haline gelmiş, okul öncesi eğitimden üniversite sistemine kadar tüm alanlar işlevini tam olarak yerine getiremez olmuştur. Türkiye’de yıllardır bir ulusal eğitim politikası oluşturulamamış, aksine her hükümet ve her bakan değiştiğinde eğitim politikaları da siyasal iktidarların görüşlerine göre değiştirilmiştir. Hatta bu değişmeler öyle bir hal almıştır ki, aynı parti mensubu olan farklı dönemlerde bakanlık yapmış bakanların politikalarında bile büyük uyumsuzluklar söz konusu olabilmiştir. Türkiye’de eğitim sorunları büyüdükçe ülke sorunları da büyümekte, buna bağlı olarak toplumsal yaşamdaki eşitsizlikler her geçen gün artmaktadır. Bu durumdan en çok etkilenenler ise eğitimciler ve öğrenciler olmaktadır. Eğitim, ülkenin öncelikli sorunu olarak kabul görmediği için yetersiz olan kamu kaynakları farklı politik amaçlar uğruna sınırsızca kullanılıp heba edilmektedir. Kamu kaynakları ve ülke bütçesinin büyük bir bölümü faize, ranta, denetimsiz fonlara, ülkenin iç ve dış güvenliği gerekçe yapılarak silaha ve savaş araçlarına, özcesi önceliği olmayan alanlara savurganca harcanmaktadır.

 

‘’Devlet okulları parasızdır’’ diyen devlet, kendi okullarında “bağış” adı altında ‘’eğitime katkı payı’’ toplatarak, öğretmeni ve okul yöneticilerini adeta tahsildar olarak görevlendirmektedir. Toplanan paraların bile bütünüyle eğitime harcandığını söylemek güçtür. Bu nedenle Türkiye’de yönetim sisteminin, eğitim konusundaki tavrı, toplumsal açıdan büyük bir olumsuzluk taşımaktadır. Oysa yasal çerçeveden bakıldığında, ‘’zorunlu’’ ve ‘’parasız’’ olan eğitim ve öğretimde hiçbir şekilde para toplanmamalıdır. Devlet okulları için kamusal kaynak kullanımı yaygınlaştırılmalı ve eğitimin kamusal finansmanı arttırılmalıdır.

 

Okullarda velilerden ‘’kayıt parası’’ veya ‘’bağış’’ adı altında toplanan kaynaklar; ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinden her ay alınan ‘’eğitime katkı payı’’ gibi kaynaklar, okul yönetimleri ile okul aile birlikleri eliyle toplanan diğer paralar, eğitim ve öğretim giderlerinin bu gelirler üzerinden karşılandığının en açık kanıtlarıdır. Türkiye’de eğitim ve öğretime ayrılan kaynakların kullanımı, kalkınma planlarının bir bölümünü oluşturan insan gücü planlaması temelinde yapılan eğitim planları çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Planlar tam olarak uygulanmadığı için, kaçınılmaz olarak eşitsizlikler artmış, eğitim hakkı ve eşit fırsat ve olanaklar sağlamak sadece kağıt üzerinde kalmıştır. Başka bir ifadeyle aslında herkese nitelikli ve eşit bir eğitim hakkı olanağı sağlamak mümkün olmamıştır.

Tarihsel deneyimlerin de pek çok kez gösterdiği gibi, belli bir alana yönelik düzenleme ve değişikliklerin yaşama geçirilmesi, o alanı oluşturan esas öğelere rağmen, onları dışlayarak gerçekleştirilemez. Eğitim sistemimizin, kendine özgü sorunları göz önüne alınmadan, sadece uluslar arası ekonomik yapılanmaya ‘’uyum’’ amacıyla yapılandırma ısrarı ciddi sakıncalar içermekte sorunlar yaratmaktadır. Bu nedenle eğitimde reforma öncelikle kamusallığa geri dönme ile başlamak gerekmektedir. Bunun ardından yeni yatırımlar için,

-eğitimin genel bütçe içindeki payının artırılmasına ve okullara bu bütçeden ödenek aktarılmasına,

-1+4+4+4’lük eğitim model yerine 1+6+3+3’lük modeli kurmaktan başlayarak yeni okul ve derslikler yaparak ikili eğitimden tekli eğitime geçmeye,

-öğretmen açıklarını kapatmaya, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin demokratik seçimle belirlenmesine,

-eğitimin bilimsel, demokratik, laik, çok dilli ve çok kimlikli toplum yapısına uygun olacak şekilde yapılanması gibi eğitimin hemen her alt sorununu çözmek için köklü yapısal değişime/reforma gereksinim duyulmaktadır.

 

İlköğretimden başlayarak üniversiteye kadar, sürekli olarak yapılan sınavlarda çocuklarımızı yarıştıran birbiriyle rekabet ettiren sınavlara endekslenmiş bir eğitim sisteminin nitelikli olması mümkün değildir. Eğitim sistemimiz çocuklarımızı eğitmemekte, sadece yapılacak olan sınavlara hazırlanmaktadır. Bu noktada atılması gereken adımlardan birisi de öğrencilerimizi sınav cenderesinden kurtarmaktır. ‘’Piyasacı eğitim’’ anlayışının tipik bir örneği olan bu anlayış terk edilmeli, öğrencileri birbiri ile yarıştıran değil, geliştiren, çok yönlü bilimsel bilgi, yerel ve evrensel değer ve beceri kazandırıcı bir eğitim anlayışı benimsenmelidir.

 

Türkiye artık ‘’günü kurtaran’’ ama beraberinde geleceği yok eden yaklaşımları terk ermelidir. Yaşananlar gösteriyor ki, zamanla ‘’günü kurtarmak’’ bile olanaklı olmayacaktır. Eğitime dair tüm göstergeler bir tarafa bırakılsa bile, öğrenci nüfusu ve buna paralel artan ihtiyaçlarla, genel bütçe içinde azalan ya da yerinde sayan eğitim payı arasındaki uçurum eğitime dair karamsarlığın derinleştirmektedir. Eğitim sisteminin yapısal, yönetsel sorunlarını gün geçtikçe daha derinden yaşayan, eğitim emekçileri, öğrencilerimiz, öğrenci velileri, yani tüm toplum kesimleridir. Dolayısıyla sorunların çözümünde eğitim sisteminin temel aktörleri olan eğitim emekçileri, öğrenciler, veliler ve onların örgütleri olan sendikalar yok sayılarak atılacak her adım, mevcut sorunların daha da artmasına yol açacaktır

 

Özetleyecek olursak, Türkiye’de eğitim sisteminin sağlıklı bir yapıya kavuşması, her şeyden önce eğitimin bir ‘’kamu hizmeti’’ olarak görülmesinden geçmektedir. Eğitimin temel bir insan hakkı olduğu, bu nedenle, herkesin nitelikli, kamusal eğitim hakkından eşit bir şekilde yararlanmasının ancak kamusal hizmet anlayışı çerçevesinde gerçekleşebileceği unutulmamalıdır. Bu noktada Türkiye’nin çıkarı, kamu hizmetlerinin savunulmasından ve bu hizmet örgütlenmesinin demokratikleştirilmesi için yetkililerin sorumluluklarını yerine getirmekten geçmektedir.  Türkiye’de eğitimi hak ettiği noktaya taşımak ve eğitim sisteminin içinde bulunduğu yukarıda sıralanmış sorunlara çözüm üretmek üzere yapılan önerilerin gerçekleştirilmesi ancak köklü değişiklikler ve bütünlüklü reformlar yapmakla olanaklı olabilir. Bu değişiklikler yapılmadan atılacak her adım sorunları ‘’makyajlamaktan’’ “reform” kavramının içini boşaltmaktan öteye gitmeyecektir.

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir