Siyasal Paradigmalar
Murat Kaymak David Harvey’in “Neoliberalizmin Kısa Tarihi”nde örneklerini verdiği ülkelerin yaşadıklarıyla Türkiye’deki yaşananların örtüşmesi, bizi bildiğimiz bir sonuçla karşı karşıya getiriyor: Yaşamakta olduğumuz sorunlar... Başarı ve Başarısızlığın Değişen Anlamı
Gönderiyi Paylaşın

Murat Kaymak

 

David Harvey’in “Neoliberalizmin Kısa Tarihi”nde[1] örneklerini verdiği ülkelerin yaşadıklarıyla Türkiye’deki yaşananların örtüşmesi, bizi bildiğimiz bir sonuçla karşı karşıya getiriyor: Yaşamakta olduğumuz sorunlar, tekil biçimde ele alınamaz. Dünya sisteminin içinde değerlendirilmelidir. Dünya sistemi içinde egemen hale neoliberalizm, sisteme, sadece ekonomi politikalarıyla müdahale eden bir anlayış olmadı. Beraberinde devletlerin toplumsal, siyasal, hukuksal, kültürel olan ile ilişkilerini de biçimlendirdi, bireylerin zihinlerini değiştirdi, onlara yeni zihniyet kalıpları sundu. Bu kalıplar, yaşananlar karşısında bizleri, etken olmaktan çok edilgen, gönüllü hale getirdi. Bu yazıda ele almaya çalışacağımız “başarı” ve “başarısızlık” kavramları da değişen anlamlarıyla bu sürecin bizim tarafımızdan nasıl algılanması gerektiğini sağlayan önemli kavramlar arasında yer alır.

Başarı ve Başarısızlık

Başarı, ister bireysel düzeyde, isterse toplumsal gruplar açısından olsun daima elde edilmesi, ulaşılması gereken üzerinden anlam kazanır. Elde etme, ulaşma, sonrasında bunları devam ettirme, tekrar yapabilme başarı, tersi ise başarısızlıktır. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, başarının başarandan (yani özneden çok) kendisiyle ilişkili olanların varlığına ihtiyaç duyduğudur. Dağın başında bir noktadan bir başka noktaya giden birinin yaptığının başarı sayılabilmesi için bu durumu kendisinin dışında başkalarının da onaylaması gerekir. Bu nedenle başarı, bireylere guruplara ulaşılması, elde edilmesi için özellikler kazandırırken, başarılacak olan üzerinden güçlü bir denetimi de beraberinde getirir. Amaç, doğal olarak bir odaklanma, disiplin işidir. Böyle olduğu içindir ki başarı, insanların yapıp etmelerinde bilinçli olmalarını zorunlu kılar. Başarı; başarıyı isteyenlere hem bireysel hem de toplumsal gruplara içinde bilgi, disiplin, beceri, motivasyon, yarar gibi çok sayıda kavramın bulunduğu bir seti dayatır. İnsanlar birlikte yaşamaya zorunlu olduklarından dolayı başarı, insan yaşamının her alanında dışımızdakilerle kurduğumuz her ilişkide varlık bulabilir. Her durumda başarı ve başarısızlık, faili belli olan bir durumu ifade eder. Failin belli olması olumlu ya da olumsuz sonuçların sorumlularının kimler olacağını bize gösterir.

Anahtar Soru

Bu yazıda amacımız başarı ya da başarısızlığın kendisini sorgulamaktan, neliğini ortaya koymaktan çok (ki gelinen noktada buna fazlasıyla ihtiyaç vardır) toplumsal ve siyasal alanda yaşamakta olduğumuz durumu ortaya koymaktır. Yukarıda temel özelliklerini ortaya koymaya çalıştığımız başarı ve başarısızlığın bazı özelliklerinin köklü biçimde değiştiğini göstermektir. Konuyla ilgili anahtar rolünü üstlenecek, bize kapıyı açacak olan soru şu olacaktır: Sistem işlemezken, içinden çıkılması zor bir kriz yaşanıyorken, sorunların çözülmesi için kimler göreve getiriliyor?

Özellikle neoliberal ekonomi politikalarının eksiksiz uygulandığı ülkelerde, (doğal olarak ülkemizde) bu soruyu kendimize sormamız gerekiyor. Soruyu sorduğumuzda ise biraz geriye doğru gitmek ve 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana Türkiye’nin yönetiminde görev almış siyasileri, üst düzey bürokratları hatırlamaya çalışmamız gerekecektir. Eğer bu kadar geniş bir tarih aralığını düşünmek, hatırlamak, üzerine çıkarımlarda bulunmak zor geliyorsa sadece 16 Nisan 2017 Referandumu sonrasında gerçekleşen Anayasa değişikliğiyle ortaya çıkan yeni yönetimin kamuda görevlendirdiği üst düzey yöneticilerin, bakanların biyografilerine bakmak, faaliyetlerini hatırlamak da aşağı yukarı bizi aynı sonuçlara ulaştırmaya yeterli olacaktır.

Sonuçlardan Sorumlu Olanların Başarılı Sayılması

Ulaşacağımız ilk sonuç, aslında göreve getirilenlerin yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz toplumsal sorunlardan beslenen, hatta onlara yol açan, bir bakıma sorumlu insanlar olduğudur. Gündelik yaşamımız içinde medya organları aracılığıyla bize anlatılan “başarı” öyküleri tam olarak  kavramı bu insanların yaşam öykülerine benzer şeyleri anlatır. Bir tür popüler vaizlik rolü üzerinden uzmanlık alanı haline getirilmeye çalışılan “kişisel gelişim” alanındaki anlatılar bu öykülerin analizini, çoğu zamanda propagandasını içerir. Öykülerdeki başarılar, fırsatları kullanmaktaki hünerler, beceri anlamına gelir. İçinde yer aldıkları yapılar (başta elbette ki şirketler olmak üzere) ise organizasyon adını alır. Çünkü başarıları, hünerleri ancak bu organizasyonların içinde anlam kazanır. Bu organizasyonlar için başarının sonuçları; büyük çoğunluğa taşınan, onlara sunulan değil satılandır.

Yakından bakıldığında bu insanların başarıları, tümüyle eşitsizlik üzerine kurulmuş bir sistem içerisinde gerçekleşir ve başarı dedikleri faaliyetler bu eşitsizliğin olabildiğince sürdürülmesini sağlayan kuralların, kültürün, değerlerin, becerilerin sonuçlarıdır. Büyük çoğunluğu üreten olmaktan çok bu organizasyonların uygun bulduklarını yerine getiren oldukları için başarılı olmuş kişilerdir. Üst düzey yönetici ya da şirket sahibi olarak bu kişiler tam da yaşadığımız sorunların tarafı olarak azınlıkta kalan, ama kazançlarıyla hep yukarıda olanlardır. Eşit koşullarda fırsatlardan yararlanan değil organizasyon ya da organizasyonların kendileri için elverişli, kullanışlı bulduğu kişilerdir.

Şimdi bunlardan, toplumsal kutuplaşmanın devam ettiği, ekonomi alanında yaşanan krizin etkilerinin gündelik yaşamı derinden etkilediği bir dönemde bir şirketi değil, kamuyu, halkı kurtarmalarını bekliyoruz. Eşitsiz düzenin %1’nin içinde yer almış olmalarının hikâyesine bakarak, %99’un yararına politikalar geliştirmelerini, kamu yararını gözeterek kamu hizmetlerini düzeltmelerini, yoksulları zenginleştirmelerini kendilerinden istiyoruz.

Oysa şu kesin, bugüne değin üstlenmiş oldukları görevleri bu kişiler eksiksiz yerine getirebilmiş olsalardı bir başarı öyküleri olmayacaktı. Bu kişilerin zenginleşmesinin kamu faaliyetlerinin, kamu yararı önceliğinden uzaklaşmasıyla gerçekleştiğini, üstlendikleri görevleri doğru dürüst yerine getirebilen bir devletin olduğu yerde bu insanların sıradan bile olamayacakları kesindir. Çünkü iyi işleyen bir kamu sistemi çalışmayı, kamu yararını ödüllendirir, kurnazlıkları değil. Başarının yönünü daima toplumun tamamına yönelik tutar. Durum büyük çoğunluğun yararına olmamasına karşın o çoğunluk mevcut durumu onaylamakla kalmamakta ayrıca desteklememektedir de. Onları üstün yetenekli, zeki insanlar hatta yeni tip kahramanlar olarak görmektedir. İşte bu, neoliberalizmin bize sunduğu zihniyet kalıplarının bir sonucudur. Zihinleri nasıl dönüştürdüğünün kanıtlarından biridir..

Şimdi bu durumu eğitim üzerinden değerlendirmeye çalışalım.

Sistemin iyi işlediği, kamunun kendi sorumluluklarını eksiksiz gerçekleştirdiği bir ülkede özel öğretim kurumunun başarısı, takip ettiği eğitim programına, bu programın okulun öğrencilerine kazandırdığı becerilerde ve değerlerde somutlaşır. Avantajlı öğrencileri bünyesinde toplayarak merkezi sınavlarda edinilen skor başarısıyla değil.

Şu sorunun tam yeridir: Siz hiç yoksul, geride kalmış, bıraktırılmış öğrencileri bünyesinde toplayan ve bu öğrencileri geride kalmaktan kurtaran bir özel öğretim kurumu gördünüz mü? Ama merkezi sınav başarısı %1 ile 5 arasında olan öğrencileri bünyesinde toplayan sayısız özel öğretim kurumu görmüşsünüzdür. Bu kurumlarda başarı, daha önce başarmış olanların ya da başarma potansiyeli yüksek olanları bir araya getirilmesidir.

Avrupa’da geçmişi yüzlerce yıl geriye giden özel okullar vardır. Bunların çoğu ya eğitim alanında geliştirilmiş kendine özgü bir müfredatın, ona uygun öğretim yöntemlerinin uygulandığı okullardır ya da bazı dini değerleri merkeze alarak eğitim veren kurumlardır. Bu kurumların başarısı izledikleri program ve öğretim yönetmelerine dayanırken, bizdekilerin başarısı merkezi sınavlardaki başarıya dayanır. Avrupa’nın özel okulları, sadece mülkiyet bakımından değil diğer yönleriyle de özel eğitim kurumlarıdır. Bizdeki özel okullar ise mülkiye bakımından özeldir. Yasal mevzuat bu okulların kendilerini izlenen eğitim programı bakımından özel hale getirmelerinin önünde bir engel oluşturmadığı halde bunu başarabilen bir özel okul bulmak neredeyse imkansızdır. Ancak okul sahibi olma sıfatıyla eğitimi kurtarması istenilen kişi ya da kişiler eğitim yönetiminin tepesinde yer kolaylıkla alabilmişlerdir, almaktadırlar.

Nobel iktisat ödülünü de kazanmış olan Joseph Stiglitz, “Eşitsizliğin Bedeli”nde “Politikacılar değerlerimizde ve toplumumuzda olan bitenler konusunda konuşmalar yaparlar; ancak daha sonra, sistem çökerken, finans sektörünün dümeninde olan CEO’lan ve diğer şirket yöneticilerini üst mevkilere atarlar. Açıkçası işlemeyen bir sistemin mimarlarından sistemi düzeltmelerini, özellikle de çoğu vatandaşın yararına çalışacak şekilde yeniden inşa etmelerini beklemememiz gerekirdi, kaldı ki bunu da yapmadılar[2] diye yazmaktadır. Bu cümlenin devamında ise ekonomi ve siyaset kurumlarını dikkate alarak, başarısızlığın birbirleriyle alakalı olduğunu belirtmektedir.

Stiglitz’in, ekonomi, siyaset ve hukuk ile örneklemeye çalıştığı durum eğitim için de tümüyle geçerlidir.

Tarih boyunca nitelikli eğitim, başarının hem nedeni hem de başarıya giden yolun kendisi kabul edilmiştir. Ancak bu durum  yoksul ve zengin, soylu ve sıradan ailelerin çocukları için her zaman farklı olmuştur. Aralarındaki eşitsizlik başarıyı dolayısıyla eğitimi en fazla etkileyen faktörler arasında yer almıştır[3]. Eğitim, yeni düzende daima sonuç odaklı ele alınmakta, buna göre yapılandırılmaktadır. Yeni düzenin eğitiminde kazanan iyi eğitimli, kazanamayan ise yeterince iyi eğitim alamamış, başarısız birisidir.

Eğer eğitimle ilgili bir konuda başarısızlıktan söz ediyorsak, konu mutlaka eğitim kadar siyasetle, ekonomiyle, toplumla, kültürle, hukukla da ilgilidir. Özellikle yeni düzenin egemen kılmaya çalıştığı eğitim uygulamalarında, özel projelerinde bu özellikler en yalın haliyle görülmektedir.

Örnek: FATİH Projesi

Örnek olarak ilk akla(aklıma) gelen FATİH Projesi oluyor. Elbette başka projeler, uygulamalar var. Bütünü temsil etme ve yukarıda söylediklerimizi kanıtlama açısından FATİH Projesi hem güncel, hem de toplumun tüm kesimleri tarafından görece iyi bilinen örneklerden biridir. Çünkü bu proje, hazırlanışı, gündeme getirilişi ve uygulamaya konuluşu bakımından eğitimin, siyasal, ekonomik ve hukukla olan ilişkisini baştan sona örneklemektedir.

FATİH Projesi bir eğitim projesi olmaktan daha fazla siyasal alana, oradan seçmenlere seslenen, dijital teknoloji pazarında yer alanlara yönelik dolayısıyla ekonomik bir proje olmuştur. Hem siyasal alanı hem eğitimi düzenleme yetkisini elinde bulunduran karar alıcılar, bu projenin Türkiye’nin çağı yakalaması hatta aşmasını sağlayacağını dile getirdiler. Nerede ise eğitimdeki tüm sorunların bu projeyle çözüleceğini ve eğitimdeki başarının kalıcı olacağını ilen ettiler. Projenin duyurusunda geleceğin yeni nesli için iki sembol seçilmişti, bu sembollerden birincisi bir elin tuttuğu kutsal kitap, diğer eldeki ise yeni olanı, teknolojik olanı temsil eden bilgisayardı. Sadece bu iki sembol dahi içinde yer aldığımız ekonomik süreçlerin ve bu süreçleri yöneten siyasal ve ideolojik anlayışın nasıl bir şey olduğunu bize anlatmaktadır. Birinci sembolün anlam çerçevesinde yeni nesil sadece taşıyan diğerinde ise sadece uyum sağlayandır. FATİH Projesi üzerinden geliştirilen söylemin hiçbir yerinde özne olmak olmaktan dolayısıyla özgürlükten bahsedilmemiştir. Oysa bugünün ve geleceğin nesli bu denli edilgen olamaz. Ayrıca bu sembollerin pedagojik kaygılar üzerinden seçilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu açıdan eğitimle, okul ve öğretmen eliyle bir grubun kendisine ideal toplum tasavvurunu (herkesi kuşatmayan) inşa edilebileceğine olan güçlü inancı taşır. Bu inanç bugünün eğitim anlayışlarından çok 19. Yüz yılın eğitim anlayışlarından beslenir.  Çünkü günümüz eğitiminde öncelik çocuğun kişiliğinin gelişmesi, ilgilerinin desteklenmesi ve çocukluk denilen dönem boyunca korunmasına verilmektedir.

Sonuç: Sorumlu Bulamamak

FATİH projesi bütünüyle iddialarını kaybetmiş başarısız bir proje olmakla birlikte, bu başarısızlıktan sorumlu olan biri yoktur. Bu neoliberalizmin başarıya dair bakışı nasıl dönüştürdüğüne iyi bir örnektir. Çünkü neoliberal politikaların uygulandığı yerlerde başarı ve başarısızlık için fail bulabilmek mümkün değildir. Klasik anlamda başarı ve sorumlu ilişkisi bu tür politikalar aracılığıyla bazı alanlarda tümüyle ortadan kalkmış, bazı alanlarda ise zayıflamıştır. Bu alanların başında ise eğitim gelmektedir. Eğitim gibi toplumun tümünü etkileyen bir alanda başarı ya da başarısızlıkta sorumlu bulabilmek mümkün değildir. Bulabileceğimiz başarıdan sorumlu olmamakla birlikte başarıyı sahiplenenler olacaktır. Çünkü uygulayıcılar kararı belirlemede etkin olmadıkları için sorumlu tutulamazken, siyasi karar alıcılar da kamusal sorumluluğu seçimlerle halktan yetki alıp almama olarak değerlendirdiklerinden kendilerini sorumsuz ilan etmektedirler.

Halk ise zaten sorumsuzdur. Geriye çocuklar, öğretmenler ve anne babalar kalmaktadır. Yeni dönemde kamu düzeni sorumsuzluk üzerine inşaa edilirken, medya organları üzerinden gelişen söylem ise kişileri sorumlu tutmak üzerine öyküler sunmaktadır. Artık başarısız ve sorumlu olan yalnızca öğrencilerdir, öğretmenlerdir, velilerdir. Başarısız olmalarının nedeni de çok açıktır: Bu nedenler öğrenciler için çalışmamak, zeki olmamak; öğretmenler açısından kendini geliştirmemek; veliler için ise çocuklarıyla yeterince ilgilenmemekten ibarettir.

Bir sorun yaşanıyor ve o sorundan dolayı kimseyi sorumlu tutulamıyor, sorgulanamıyor ve hesap verdirilemiyor ise sorun artık her yönüyle siyasi sorundur. Her toplumsal sorun elbette bir şekilde siyasaldır, siyasal sistemle ilgilidir. Ancak sorunun tümüyle siyasal özellikler kazanmasında en öneli etkenlerden biri sorunla ilgili muhatapların bulunamadığı durumlardır. Ortada hesap verilmesi gereken bir olay var iken, olayın nedeni ve sonuçlarından sorumlu failler yoktur.

Yeni düzenin içinde şekillenen başarı biyografileri, her koşulda sorumsuz yeni tipte insanlara aittir. Onlar var ettikleri sorunları yaşayanların muhatabı olamayacak kadar istisna insanlardır! Bu düzende başarı daima azınlığa, başarısızlık çoğunluğa aittir. Durum böyle olmasına karşın bu düzenin devamının sağlanması ise çoğunluğun böyle bir düzende bir adalet olduğuna inanmasıyla olur. Çünkü çoğunluk kendisiyle ilgili başarısızlık düşüncesini içselleştirmiştir.

Böyle bir düzen, bitmeyen başarı hikâyeleri ister ama bu herkes için değildir!

KAYNAK:

[1] David Harvey, Neoliberalizmin Kısa Tarihi (Çev: Aylin Onacak), Sel Yayınları, 2015, İstanbul.

[2] Stiglitz, Eşitsizliğin Bedeli/ Bugünün Bölünmüş Toplumu Geleceğimizi Nasıl Tehlikeye Atıyor? (Çev: Ozan İşler, s.33, İletişim Yayınları, 2015, İstanbul.

[3] Age, s.68

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir