Siyasal Paradigmalar
Doç. Dr. Cemil Boyraz​​​​​​​​​ CHP’nin popülizmi tarihsel süreç içerisinde dönüşüme uğramış ve özellikle 1960’ların ortalarına gelindiğinde Bülent Ecevit öncülüğünde “Ortanın Solu” (Ecevit, 1966) söylemiyle yeni... Türkiye’de Sol Popülizmin İmkanları ve Sınırları: Yeni CHP Söyleminin Analizi
Gönderiyi Paylaşın

Doç. Dr. Cemil Boyraz
İstanbul Bilgi Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Siyaset Bilimi Lisans Programı
Öğretim Üyesi

 

Bu yazının konusu esas itibariyle ana muhalefet partisinin son dönemde giderek ivme kazanan popülist stratejisi. Erken Cumhuriyet döneminde CHP’nin 6 Ok’unun önemli bileşenlerinden biri olan Halkçılık ilkesi, bugünkü popülist siyasal söylemlerle birebir örtüşen bir içeriği olmasa da, özsel bir homojenlik iddiası ile sınıfsal farklılıkları yok varsayıp dışlayıcı (Karaömerlioğlu, 2006) ve anti-demokratik bir karakterle ahlakileştirilmiş bir çoğulculuk karşıtlığı içermesi açısından tarihsel karşılaştırmalara konu olmuştur. Özellikle sekülarizmin ve etnik homojenleştirmenin otoriter uygulanışında ve muhalif seslerin kısılıp hızlı bir kurumsal ve toplumsal dönüşüm açısından halkçılık ilkesi erken Cumhuriyet döneminde fazlasıyla işlevseldir denilebilir. Öte yandan bu durum artan iktisadi ve bölüşüm hoşnutsuzlukları ile beraber geniş toplum kesimleri ile tek parti rejimi arasında bir diyalog eksikliği ve meşruiyet sorunu sonucunu da beraberinde getirmiştir. Bu sebepten kimi yazarlar tek parti dönemi popülizminden bahsederken “entelektüel popülizm” (Toprak, 1992) ifadesini kullanmıştır.

CHP’nin popülizmi tarihsel süreç içerisinde dönüşüme uğramış ve özellikle 1960’ların ortalarına gelindiğinde Bülent Ecevit öncülüğünde “Ortanın Solu” (Ecevit, 1966) söylemiyle yeni bir içerik ve dinamizm kazanmıştır. Özellikle 1970’lerin ortalarına gelindiğinde CHP’nin popülist söylemi tek parti dönemindeki “Sınıflar Yok, Meslekler Var” ile cisimleşmiş solidarist ve korporatist söylemden (Dumont, 1984) yani sınıf çatışmasının reddedilmesinden zımni kabulüne ve emekçilerin koşullarının iyileşmesi odağına yerleşmiştir. Elbette bu söylemsel dönüşümde hızlı değişen kentli nüfus yapısı ve ivme kazanan sanayileşme olguları ile 1961 Anayasası’nın siyasal katılımı, temsiliyeti ve çoğulculuğu görece demokratikleşen çerçevesinin sonucunda ortaya çıkan yeni sol siyasi oluşumlar (örneğin “Köylüye Toprak Herkese İş” sloganıyla etkili olan Türkiye İşçi Partisi[i] ve devlet güdümünde olmayan daha militan bir yeni bir işçi örgütlülüğü birliğini amaçlayan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu[ii]), etkili olmuştur.[iii] Bu açıdan 1970’ler bağlamında CHP’nin Ecevit öncülüğünde yeni bir içerik kazandırdığı popülist söylemi (Erdoğan, 1998; Emre, 2013)[iv] hem geniş kitlelere demokratik zemin açmanın aracı olarak önemliydi, hem de geçmişin izlerini silerek sosyo-ekonomik anlamda daha geniş kesimleri bu yeni tarihsel bağlamda kucaklamayı hedefliyordu. Bu şekilde CHP, 1970’lerin ortaları itibariyle, “entelektüel popülizm”den hızla uzaklaşıyor ve Ecevit’in “halk sektörü” söylemiyle parti içerisinde egemen olmuş geleneksel elitist ve bürokratik eğilimleri sistematik eleştiriye tabi tutuyordu ve özetle de siyasi ve ekonomik süreçlerde adil bir katılımı ve paylaşımı vaat ediyordu. O nedenle bugüne baktığımızda “sol-popülizm” nasıl mümkün olabilir sorusuna 1970’lerin bu deneyiminden bakmak fazlasıyla fikir verecektir. Ve elbette parti açısından değişen sosyolojik ve ekonomik süreçlere denk düşen bir söylemsel durağın nasıl kurulacağına dair de 1970’ler aydınlatıcı olacaktır.

12 Eylül rejimin karanlığının hemen ertesinde kurulan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP, 1985), o dönemki sosyal adaletsizlikleri işleyen meşhur “limon gibi sıkılmaya hayır” sloganıyla 1970’lerin geleneğini belli ölçülerde yaşatmaya çalışmıştır. Devamında 1980’lerin sonundaki büyük Bahar Eylemleri süresince arkasına aldığı rüzgarla SHP 1987-1991 genel ve 1989 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyeleri seçimlerini kazanarak bir başarı yakalamıştır. Öte yandan; bu dönemde aynı SHP Algan Hacaloğlu önderliğinde 1990 yılında hazırlanan ve Kürt meselesinde alışageldik devletçi söylemin dışında demokratik önerileri sıralayan meşhur Güneydoğu Raporu ve yine 1991 genel seçimlerinde Halkın Emek Partisi ile yapılan seçim ittifakı ile veto güçlerinin şimşeklerini üzerine çekerek hızla sistem içerisinde marjinalleştirilmişti. 1995’te CHP çatısı altında birleşme kararı sonrasında Deniz Baykal liderliğinde parti bu hüviyetini kaybetmiş, 1990’larda yükselen Kürt milliyetçiliği ve İslamcılığın karşısına Türk milliyetçiliği ve otoriter bir laiklik anlayışını koymaya başlamıştır (Emre, 2015). Bu şekilde, somut maddi yaşam talepleri ile kimliksel talepleri bir araya getirip geniş kitleleri kucaklama fırsatı açısından popülizmin CHP’deki seyri bir başarısızlıkla sonuçlanacaktı. Benzer bir fırsatı yakalamak için en az 20 yılın geçmesi gerekecekti.[v]

Bu kısa ve genel giriş sonrasında CHP’nin bugünkü siyasal performansını sol popülizmin imkanları ve sınırları odağında ele almaya başlayabiliriz. Son dönemde iktidar partisinin popülist siyaset tarzına dair çok sayıda eserin kaleme alınmasına rağmen (Koyuncu 2014, Türk 2018), sol popülizmin imkanlarına dair çalışmalar için aynı şeyi söylemek zordur ve bu sebepten kalan bölümde yazının odağını CHP’deki 2010 itibariyle başlayan lider ve söylem değişikliği oluşturacak. 2010 yılı itibariyle partinin yeni genel başkanı seçilen Kemal Kılıçdaroğlu döneminin ilk yıllarında yukarıda bahsedilen sınırlar devam etse de ve AKP’nin liderliğini üstlendiği sağ-popülizmi dengeleyecek bir söylemsel ağırlığa sahip olamasa da, giderek artan tonda yolsuzluk, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adaleti, kötü çalışma koşulları ve demokratik katılım sorunları gibi temaların partinin söyleminde yer almaya başladığını söyleyebiliriz. Özellikle 2011 yılı itibariyle dile getirilen Aile Sigortası önerisi, yine aynı dönemde sosyal yardım alanları eleştirmek (meşhur “makarnaya ve kömüre oylarını satıyorlar” söylemi) yerine paternalist sosyal yardım uygulamalarının şeffaf, tarafgir olmayan ve daha geniş hacimli bir yapıya kavuşturulması talepleri ve 2015 seçim kampanyasında giderek artan biçimde dile getiren sosyo-ekonomik öneriler bu bağlamda yavaş da olsa değişen söylemsel duraklardır.

İktidar partisinin popülist söyleminde sürekli olarak dolaşıma soktuğu “milletin hizmetkarı ve milli-manevi değerlerin asli temsilcisi” olarak AKP ve “elitist-bürokratik-halktan kopuk” CHP ikiliğini aşma anlamında, CHP’nin 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki performansı bu anlamda sol-popülizm tartışmalarını yeniden getirmesi açısından öneme sahip. Seçim kampanyası boyunca kendisini halkla özdeşleştiren, garibanların sesi olarak kendisini konumlayan, yer yer traktöre binip “çiftçi çocuğu” olduğunu yer yer de Ecevit gibi kasket giyerek “içimizden biri” olduğunu ifade eden Muharrem İnce’nin söylemsel performansı, beraberinde ana muhalefet partisinin söylemsel duraklarında bir sol-popülist değişimin emaresi olarak değerlendirildi (bkz. Aydın, 2018, Öz, 2018). Diğer bir ifadeyle parti her zamankinden daha belirgin bir biçimde, AKP’nin iktidarı süresince araçsallaştırdığı meşhur merkez-çevre terminolojisini ters yüz etme anlamında İnce’nin söylemsel performansıyla yeni bir çehre kazanıyordu ve elbette parti liderliğinin de söyleminde daha maddi sosyo-ekonomik bölüşüm meselelerine dair giderek artan vurgu da bu resmi tamamlıyordu. Başkanlık sarayını “elitizmin merkezi” ve Erdoğan’ı da “beyaz Türk” olarak konumlandırma çabalarıyla Muharrem İnce, popülist liderlerin sıklıkla başvurduğu biçimiyle “yolsuzluk içindeki elitlere” karşı geniş emekçi kesimlerin ve kent-kır yoksullarının temsilcisi olduğunu iddia ediyordu. Tabii ki parti liderliğinin de daha önce 2002-2014 yılları arasında İslam İşbirliği Teşkilatı genel sekreterliğini yapmış Ekmeleddin İhsanoğlu tercihinde olduğu gibi, muhafazakâr kimliğiyle de bilinen İnce’yi aday göstermesi söz konusu karşı-söylemsel inşanın bir sonucu olarak okunabilir. Öte yandan 1960’larda Türkiye İşçi Partisi ve 1970’lerde Ecevit CHP’sinden farklılaşan biçimde, gerek parti merkezinin gerek de İnce’nin söyleminde alternatif bir ekonomik düzenin nasıl mümkün olacağına ve farklı etnik-dinsel kimliklerin nasıl kapsanacağına dair sistematik bir yol haritası halen belirginleşmiş değildi. Özellikle Kürt taleplerinin çözüme kavuşturulmasında söylemdeki netlik daha da fazla azalıyordu. Hatta Baykal CHP’sinin kalıplaştırdığı geleneksel kırmızı çizgilere dair vurgu da, söylemde halen mevcut durumdaydı. Yer yer belirginleşen bu geleneksel damarın İnce’nin partiden ayrıldıktan sonra başlattığı siyasi harekette başat rol oynaması sürpriz değildi ve bu metni önceleyen bir çalışmamda yer vermiştim (Bkz. Boyraz 2020).

Öte yandan pandemi öncesinde de Türkiye’yi kasıp kavuran iktisadi eşitsizlikler, kronikleşen gelir dağılımı adaleti sorunları ve yüksek işsizlik, giderek güvencesizleşen ve esnekleşen iş güvenliği sorunları esas itibariyle sol-popülist bir siyasetin imkanları için gerekli bir somut sosyolojik zemini de sağlıyordu. İşte tam bu noktada gelişmiş kentli bölgelerdeki yoksullara daha doğrudan seslenen, yine bu bağlamda 1970’lardaki sosyal-demokrat belediyecilik anlayışına paralel bir çizgide (Ozan, 2015) ve yeni siyasi ittifaklarla 2019 yerel seçimlerine hazırlanan parti, 1994’ten bu yana iktidar partisinin elinde bulundurduğu İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyesi başkanlıklarını (bu listeye MHP’nin elinde bulundurduğu Mersin ve Adana ile AKP’de olan Antalya da eklenebilir) kazanacaktı.[vi] Her şeyden önce İnce’nin performansını devam ettirerek, Yavaş ve İmamoğlu’nun CHP’nin dini özgürlüklerle ilgili sorunlu olduğu iddia edilen diyaloğunu ve bu bağlamda “merkez-çevre” metaforunu ters yüz edercesine yaptıkları açıklamalar (ya da örneğin Yavaş’ın 2019 Ramazan ayında “bir iftar da benden“ kampanyası başlatarak ”Ramazan ruhuyla dayanışmayı çoğaltmaya” dair söylemleri, ya da Yeni Zelanda’daki terör saldırısından sonra İmamoğlu’nun Eyüpsultan Camii’nde mevlide katılması ve Yasin suresi okuması, iftar sofralarını ziyaret etmesi) bilindik kalıpları kırma açısından bu popülist repertuvarda yerini alıyordu. Daha da önemlisi, başta İstanbul ve Ankara bağlamında kent yoksullarının sorunlarına eğilen, sosyal konut projelerine önem veren, şeffaflık ve hesap verilebilirlik temalarını sürekli olarak söyleminde öne çıkaran, üretici kooperatifleri destekleyen, özellikle salgın döneminde Askıda Fatura gibi bir uygulamayı başlatıp Halk Ekmek (Mobil Ekmek Büfesi uygulaması ile) ve Halk Süt gibi bilinen uygulamaların bürokratik engellemelere rağmen daha geniş bir kapsama yayılmasını hedefleyen ve yerel esnafa özellikle pandemi döneminde destek sunmaya çalışan sosyal belediyecilik performansı ile partinin 1970’lerdeki çehresine kavuşmak anlamında yol aldığı açıktır. “Bread-and-butter issues” olarak da bilinen somut ya da maddi yaşam sorunlarına daha fazla eğilen ve dayanışma öğesini özellikle pandemi döneminde öne çıkaran bir popülist söylemin, iktidar partisinin popülist söylem gücünde önemli gedikler açmaya başladığı iddia edilebilir. Örneğin; son dönemde işsizlerin ve esnafın tepkilerine önemsemeyen tarzda iktidar kanadında verilen cevaplar (örneğin “eve ekmek götüremiyoruz” serzenişinin abartılı bulunuşu ya da “herkes iş bulacak diye bir şey yok” açıklaması)[vii], derin bir kriz içerisinde olan asgari ücretlilerin ve çiftçilerin sırasıyla kapısı önünde arabasının olduğu ya da lüks cep telefonu kullandığı iddialarından yoksulluğun ortadan kalktığına varan açıklamalar (ya da bütçe görüşmeleri sırasında “kuru ekmek yiyenin aç kabul edilemeyeceği yönündeki ifadeler), esas itibariyle özellikle içinden geçilen kriz döneminde söz konusu materyal sorunlara ve sol-popülist siyasetin yaratabileceği etkiyi göstermesi açısından da fikir verecektir. Elbette kısmen hayırseverlik faaliyetleri ile yoksulluğu yönetme çerçevesinde de değerlendirilebilecek çeşitli girişimlerin, ne türden bir makro-ekonomik alternatif düzen formülasyonuna evrilip evrilmeyeceğini zaman gösterecek. Ancak şu açıktır ki, bir taraftan toplum içindeki çoğul değerleri eşit bir şekilde kucaklayan[viii] ve ayrıştırıcı bir dil yerine kapsayıcı olmayı hedefleyen siyasal stratejisi ile, diğer taraftan da somut maddi sorunların altını çizen ve sol-popülist temaları aktif bir şekilde söyleminde yer veren yaklaşımıyla, tek parti dönemi halkçılığından farklı ve yeni bir popülist yorumun CHP içerisinde geliştiğini söylemek abartılı olmayacaktır. Son dönemde popülizmi dışlayıcı ve sosyo-ekonomik sorunların ortaya çıkardığı tepkileri mas etmek biçiminde okuyan yaklaşımların aksine, Ostiguy’un (2017) önerdiği bu sağ-sol eksenler özelinde konuyu ele almanın, hem sağ ve sol popülizmin arasındaki farklılıkların ortaya konması açısından hem de Türkiye siyasetini okumaya yönelik başta merkez-çevre analizleri ve güçlü devlet geleneği gibi tezlerin ortaya koyduğu sorunlu ikiliklerin aşılması anlamında önemli olduğunu düşünüyorum. Son olarak ise, sol-popülizmin imkanları ya da sınırları tartışması; gerek sosyo-ekonomik eşitsizliklerce biçimlemiş mevcut düzenin karşı-hegemonik bir eleştiriye tabi tutulması ve değişimi mümkün kılacak yeni bir kolektif öznenin inşası açısından (Mouffe, 2018), gerek popülizmi olumsuzlayan yaklaşımların aşılması açısından da (Laclau, 2007) özellikle bu günlerde her zamankinden daha fazla öneme sahip.

NOTLAR

[i] Türkiye İşçi Partisi üzerine verimli bir çalışma için bkz. Ünsal, 2002.

[ii] Dönemin DİSK’i ile ilgili kapsayıcı bir çalışma için, bkz. Algül, 2013.

[iii] Ve muhakkak dünyada bu dönemde yükselen sömürgecilik karşıtı bağımsızlık hareketleri, 2. Dünya Savaşı dönemini deneyimlemiş ailelerin çocuklarının oluşturduğu yeni üniversiteli gençlik demografisi, altın çağını yaşayan kapitalist sistemin yarattığı farklı eşitsizliklerin ve emperyalist bölüşüm savaşlarının ortaya çıkardığı tepkiler de yeni siyasi fikirlerin ve alternatif bir dünya düzenine dair taleplere ilham kaynağı oluşturuyordu.

[iv] 1970’lerdeki Ecevit popülizmini “Köylüye Ulaşım Projesi” çerçevesinde değerlendiren keyifli bir çalışma için bkz. Haspolat ve Yıldırım 2020.

[v] Murat Borovalı ile beraber ortak kaleme aldığım “All Quiet on the Kemalist Front” adlı metinde söz konusu kırmızı çizgilerin parti tabanında ve örgütsel ağlardaki hakimiyeti ele alınmıştır. Bkz. Borovalı ve Boyraz, 2016.

[vi] Elbette büyükşehir belediyeleri seçimlerinde ortaya çıkan bu sonuçta, gerek derinleşen ekonomik kriz gerek iktidar partisinin Kürt meselesinde çözüm sürecinin dağılmasından giderek artırdığı güvenlikçi ve ötekileştirici söylemin de etkisi olduğunu not etmek gerekmektedir.

[vii] Bu satırları yazarken, iktidara yakınlığıyla bilinen bir gazetecinin katıldığı TV programında başta gençler olmak üzere insanların iş beğenmediğini ve seçtiğini ifade eden cümlelerini dinliyorum.

[viii] İmamoğlu’nun seçim kampanyasında Ateş İlyas Başsoy tarafından hazırlanmış “Radikal Sevgi” el kitapçığında cisimleşmiş yaklaşım. Bkz. https://www.journalofdemocracy.org/articles/the-pushback-against-populism-running-on-radical-love-in-turkey/. İktidar partisinin popülist stratejisini boşa çıkaran bir perspektif olarak bu yaklaşımı değerlendiren bir tartışma için bkz. Wuthrich and Ingleby, 2020.

 

KAYNAKÇA

Artun Ünsal (2002). Umuttan Yalnızlığa: Türkiye İşçi Partisi, 1961–1971. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Asım Karaömerlioğlu (2006). Orada Bir Köy Var Uzakta Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem. İstanbul: İletişim.

Asım Öz (2018). “Popülizm, Muharrem İnce ve Sol,” Kriter, Temmuz-Ağustos, Sayı. 26,

https://kriterdergi.com/siyaset/populizm-muharrem-ince-ve-sol

Aydın Engin. 2018. “İnce ince, Kalın Kalın Popülizm,” Cumhuriyet, 31 Mayıs,

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/986509/ince_ince__kalin_kalin_populizm.html

Bülent Ecevit (1966). Ortanın Solu. Ankara: Kim Yayınları.

Chantal Mouffe (2018). For a Left Populism. London: Verso

Ernesto Laclau (1977). Politics and Ideology in Marxist Theory. London: Verso

Evren Haspolat ve Deniz Yıldırım. “Ecevit Döneminde CHP Hlakçılığı ve Yol Siyaset Köylüye ulaşım Projesi”, Fiscaoeconomia 5.1 (2020): 56-86.

40. M Wuthrich ve M. Ingleby, M. (2020). The Pushback against Populism: Running on “Radical Love” in Turkey. Journal of Democracy 31 (2), 24–40.

Murat Borovalı ve Cemil Boyraz. “All quiet on the Kemalist Front?.” Philosophy & Social Criticism 41.4-5 (2015): 435-444.

Necmi Erdoğan (1998). “Demokratik Soldan Devrimci Yol’a: 1970’lerde Sol Popülizm Üzerine Notlar. Toplum ve Bilim 78, 22–37.

Paul Dumont (1984). The Origins of Kemalist Ideology. J. M. Landau, (der.). Atatürk and the Modernization of Turkey içinde. Leiden, NL: E.J. Brill.

Pierre Ostiguy (2017). Populism: A Socio-cultural approach. C, R, Kaltwasser; P.A. Taggart; P.O. Espejo; & P. Ostiguy (der.). The Oxford Handbook of Populism içinde. Oxford: Oxford University Press.

Süreyya Algül (2013). Türkiye’de Sendika-Siyaset İlişkisi: DİSK Örneği (1967‐1975). İstanbul: İletişim Yayınları.

Yunus Emre (2013). CHP, Sosyal Demokrasi ve Sol: Türkiye’de Sosyal Demokrasinin Kuruluş Yılları (1960–1966). İstanbul: İletişim Yayınları.

Yunus Emre (2015). “Why has Social Democracy not Developed in Turkey? Analysis of an Atypical Case.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies. 17 (4), 392–407.

Zafer Toprak (1992). “Popülizm ve Türkiye’deki Boyutları” Tarih ve Demokrasi: Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan içinde. İstanbul: Cem Yayınları, 41-65.

 

 

 

 

 

 

 

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir