Siyasal Paradigmalar
Barış Doster Joe Biden, ABD’de başkanlık koltuğuna oturunca, ülkenin iç barışının nasıl sağlanacağına, dış politikada ne tür değişiklikler yapacağına ilişkin tartışmalar yoğunlaştı. Zorlu bir tartışma... Joe Biden Dış Politikada Neler Yapabilir?
Gönderiyi Paylaşın

Barış Doster

 

Giriş

Joe Biden, ABD’de başkanlık koltuğuna oturunca, ülkenin iç barışının nasıl sağlanacağına, dış politikada ne tür değişiklikler yapacağına ilişkin tartışmalar yoğunlaştı. Zorlu bir tartışma bu. Çünkü ABD’nin işi içeride ve dışarıda kolay değil. Ne hasımlarının yükselişini ve kendi aralarında ittifak yapmasını önleyebiliyor ne de müttefiklerinin farklı arayışlara yönelmesini engelleyebiliyor. Uluslararası ilişkiler; tercihlerin değil, ihtiyaçların ve mecburiyetlerin öne çıktığı bir disiplin olduğundan; ihtiyaçlar değişince ittifaklar da değiştiğinden; her ittifak karşısında yeni bir ittifak doğurduğundan, ABD değişen dengelere uyum sağlamakta zorlanıyor.

ABD’nin devlet kapasitesinin aşındığı, hegemonya kabiliyetinin gerilediği bir gerçek. Bu durum ekonomisine, diplomasisine, toplumsal yapısına yansıyor zaten. 331 milyon nüfuslu ülkede, 50 milyon işsiz yaşıyor. Bunların 40 milyonu, küresel salgın hastalık döneminde işini kaybetti. ABD’nin federal borcu çok yüksek. Ekonomik büyüklüğü 21.5 trilyon dolar, federal borcu 27.8 trilyon dolar. Gelir dağılımı adaletsizliği korkunç. Nüfusun en zengin yüzde 1’lik dilimi, nüfusun yarısının toplam serveti kadar servete sahip. O nedenle ABD hakkında yorum yaparken bu ülkenin emperyalist karakteri yanında ekonomisine, toplumsal yapısına, sağlık ve eğitim sistemindeki büyük aksamalara, yüksek suç oranlarına, dolup taşan hapishanelere dikkat etmek şart.

ABD’de siyasal, toplumsal, kültürel, sınıfsal uçurumlar çok ve çeşitli. Bu sorunların kısa sürede çözümü imkânsız. Dış siyaset ise başkanın karakterinden, partisinden, derisinin renginden, aile köklerinden bağımsız işliyor. O yüzden Joe Biden dönemi için fazla umutlu olmak mümkün değil. Dış politikada, Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki fark kadar olduğundan, Biden dönemine ilişkin ümit beslemek anlamsız. Belirleyici olan ABD’nin emperyalist karakteri, ihtiyaçları ve mecburiyetleri çünkü.

 

ABD’nin Çin ve Rusya’yla İlişkilerinin Seyri

ABD’nin en büyük rakibi Çin. Bu durum, dış politika, ulusal güvenlik ve savunma, strateji belgelerine yansıyor zaten. Çin, Rusya ile birlikte “hasım devlet”, “ABD hegemonyasına meydan okuyan devlet” olarak niteleniyor. Ne var ki ABD ve Çin, politik, diplomatik sorunlarına rağmen, iktisadi ölçekte hem yakın işbirliği yapan hem de rekabet eden iki ülke. ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülke Çin. Çin’in en fazla alacaklı olduğu ülke ABD. Ekonomik ölçekte iki ülke ilişkileri; karşılıklı yatırımcı boyutuyla, borçlu – alacaklı boyutuyla, ihracat – ithalat boyutuyla ve rekabet boyutuyla öne çıkıyor. Birbirlerinden vazgeçmeleri, birbirlerini görmezden gelmeleri olanaksız.

Ne ABD’nin ne Çin’in içe kapanması söz konusu. Halen ABD’nin ardından dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olan Çin, satın alma paritesi üzerinden yapılan hesaplarda birkaç yıl önce ABD’yi geçerek en büyük ekonomi oldu. Çin aynı zamanda, Avrupa Birliği’nin, ABD’den sonraki en büyük ikinci ticaret ortağı. Salgın hastalığın da etkisiyle, dünyanın büyük ekonomileri küçülürken, bu büyük ekonomiler arasında, 2020 yılını büyüyerek (yüzde 2.3) kapatan tek ekonomi Çin oldu. Küresel salgın hastalığa rağmen, Çin’e yapılan doğrudan yabancı yatırım, yüzde 6,2 artarak, 2020 yılında rekor kırdı. Çin, dünyanın en büyük çevrim içi perakende piyasasına sahip.

Çin’in, 3.2 trilyon dolar rezervi var. Üretimde 2011’de, mal ticaretinde 2013’te, patent sayısında 2019’da ABD’yi geçti. 2020’de dünyanın en büyük tüketici pazarı oldu. 2030’da da (kimi tahminlerde 2028’e çekildi), dünyanın en büyük ekonomisi olması bekleniyor. ABD; Çin’i yakın çevresinden kuşatmak için QUAD denilen dörtlü ittifaka (ABD, Japonya, Hindistan, Avustralya) öncülük etti ve bunu daha da geliştirmeye, genişletmeye çabalıyor. ABD; Çin ve Rusya’nın yakınlaşmasını önlemeye, bu iki ülkenin birlikte katıldığı, öncülük ettiği kurumları (Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi) etkisizleştirmeye çalışıyor. Çin’e karşı, özellikle Hindistan’ın ABD’yle yakın işbirliği içinde olmasını çok istiyor. Bu konuda Hint – Pasifik Stratejisi denilen özel bir strateji geliştiriyor.

Çin; 2020 yılında, iki önemli ticaret anlaşması imzaladı. İlki, dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Anlaşması (RCEP) idi. Çin dahil, Asya Pasifik bölgesindeki 15 ülke tarafından 15 Kasım 2020’de imzalandı. Böylelikle Çin, Japonya ve Güney Kore, ilk kez aynı anda bir serbest ticaret anlaşmasının taraf oldular. Diğer anlaşma ise 30 Aralık 2020’de Çin ve AB arasında imzalanan Yatırım Anlaşması oldu. Bu kapsamda, Avrupalı şirketlere, Çin pazarına girmede kolaylık sağlandı. Anlaşma sayesinde, Avrupalı şirketlere daha adil rekabet şartları ve yeni iş fırsatları sunmanın mümkün kılındığı açıklandı. Bu anlaşmadan sonra, Çin ve AB arasında serbest ticaret anlaşması gündeme gelebilir.

Çin’in bu hamleleri, Batı ittifakında da çatlak yarattı. Özellikle de ABD – Almanya ilişkileri, son yıllarda, dünya dengelerinin batıdan doğuya kaymasına koşut olarak hızla gerginleşti. Almanya’nın ekonomik, endüstriyel, teknolojik gücüne koşut bir politik, diplomatik, askeri güç olma çabası, ABD ile ilişkilerinde ciddi çatlaklara neden olmaya başladı. Bu bağlamda İran, Irak, Suriye, Afganistan, Rusya, Çin, Libya, NATO bütçesi, İran’la nükleer anlaşma, Paris İklim Sözleşmesi, Avrupa Ordusu gibi konu başlıklarında iki ülke arasında görüş ayrılıkları dikkat çekiyor. Birbirlerinin dev ölçekli şirketlerine yüksek vergi cezaları kestiler. Birbirlerinin liderlerini dinlediklerini itiraf ettiler. Bu durum, ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı elini zayıflatıyor. İki stratejik müttefiki olan İngiltere ve İsrail’den başka, en büyük müttefiki olan AB’nin lideri Almanya’yla yaşadığı sorunlar, hasımlarına karşı, ABD’nin manevra sahasını daraltıyor.

ABD’nin Rusya’yla ilişkileri de sorunlu. Rusya, her ne kadar Çin gibi büyük bir ekonomi olmasa da, dünya siyasetinde etkili bir güç. 2000 yılından bu yana, Putin iktidarıyla birlikte, yakın çevresinden başlayarak, Ortadoğu’da, Akdeniz’de nüfuzunu artırdı. ABD’nin, NATO’nun genişlemesini de bahane ederek, Rusya’yı Akdeniz’de, Karadeniz’de, Doğu Avrupa’da, Balkanlarda, Baltık Denizi’nde kuşatma hamlelerine yanıt verdi, direndi. Gürcistan’la 2008 yılındaki savaş, 2013’te Ukrayna’yla başlayan gerilim, 2014’te Kırım’ı ilhak etmesi, hep bunun kanıtıydı.

Rusya, zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarıyla, yüksek teknolojiye dayalı savunma sanayisiyle, nükleer santral yapabilme kapasitesiyle dikkat çeken bir güç. Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip, yetişmiş insan gücü açısından zengin, bürokratik geleneği sağlam. Çin’le işbirliği yaparak ABD’yi Orta Asya’dan uzak tutabileceğinin farkında. Dahası, ABD’nin aşınan gücünden de yararlanıyor. Suriye örneğinde olduğu gibi, ABD’nin planlarını bozup, inisiyatif geliştiriyor. Libya’da öne çıkıyor. Doğu Akdeniz’de etkisini artırıyor. İsrail’le ilişkilerini geliştiriyor. Almanya’nın en büyük doğalgaz tedarikçisi olarak, Berlin’le işbirliğini pekiştiriyor.

 

Türkiye – ABD İlişkileri

Türkiye’nin ABD ve Avrupa Birliği’yle diplomatik ilişkileri gerilimli, politik ilişkileri sorunlu, iktisadi ilişkileri ise güçlü. Türkiye, en büyük ekonomik ortağı olan AB ile yıllık kabaca 200 milyar dolarlık ticaret yapıyor. Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Almanya, AB’nin lideri. Dış ticaret ortakları listesinde Almanya’yı Rusya ve Çin takip ediyorlar. Rusya, en büyük enerji tedarikçimiz. Mersin Akkuyu’daki ilk nükleer santrali de Ruslar yapıyor. S – 400 alımı ile Rusya’nın Türkiye’nin ekonomisinden başka, dış politikası, savunma ve güvenlik politikası üzerindeki etkisi de arttı. Türkiye’nin en fazla ithalat yaptığı ülkeler arasında olan Çin ise Türkiye’de enerji, finans, iletişim, ulaşım sektörleriyle ilgileniyor.

Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü ve egemenliğine en büyük tehditler, ABD ve AB kaynaklı. Türkiye karşıtı terör örgütlerinin en büyük destekçileri de yine ABD ve AB. Sevr dayatmaları da yine ABD ve AB ülkelerinden geliyor. Türkiye’nin ABD ile ilişkileri yapısal olarak sorunlu. ABD’nin FETÖ, PKK – PYD – YPG gibi terör örgütlerine, darbelere ve darbe girişimlerine verdiği destek biliniyor. Bölgedeki 4 ülkeyi (İran, Irak, Suriye, Türkiye) bölerek bir Kürt devleti kurmaya çalışıyor. Geçmişte Johnson Mektubu’ndan, U- 2 Casus uçak krizinden, füze bunalımından, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası konan ambargodan, 1 Mart tezkeresinden, günümüzde CAATSA yaptırımlarına, F – 35 savaş uçağı ve S – 400 krizine, Halk Bankası davasına, Rahip Brunson krizine, sözde soykırım iddialarına verilen desteğe dek, bir çırpıda onlarca sorun sayılabilir. ABD; Türkiye’nin taraf olduğu ikili ve çok taraflı sorunlarda hep Türkiye’nin karşısında konum alıyor. İki ülkenin Suriye, Irak, Libya, Doğu Akdeniz, Karabağ politikaları arasında da çelişki çok.

Türkiye şunu görmek zorunda. ABD; emperyalist bir devlet. Öncelikleri, beklentileri, siyasal kültürü, ilkeleri, değerleri, hedefleri, çıkarları, kaygıları, tehdit tanım ve algıları, Türkiye’ninkilerden farklı. Ayrıca ABD Beyaz Saray’dan ibaret değil. Kongre, bürokrasi, istihbarat örgütleri, Hazine, Dışişleri ve Savunma bakanlıkları, askeri – endüstriyel yapı başta olmak üzere iş dünyası, akademi, düşünce kuruluşları, medya, lobiler mutlaka dikkate alınması gereken güç odakları. Türkiye’nin ekonomik büyüklüğünden (700 milyar dolar) daha fazla savunma bütçesi var (740 milyar dolar) ABD’nin.

ABD açısından Türkiye; jeopolitik konumuyla, Müslüman kimliğiyle, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olmasıyla önemli. ABD’nin stratejik müttefiki değil. Ortadoğu’daki sorunlarda işbirliğini önemsediği bir çözüm ortağı, o kadar. Türkiye; Rusya’dan S – 400 hava savunma sistemi aldığı için, Türkiye’ye, parası ödenmiş olan F – 35 savaş uçaklarını teslim etmeyen, Türkiye’yi bu uçakların üretim sürecinden dışlayan ve yaptırım kararı alan ABD; NATO üyeleri Yunanistan, Bulgaristan ve Slovakya’da S – 300 hava savunma sistemi olduğu halde, bu ülkelere tepki göstermiyor. Üç ülke, diğer NATO üyeleriyle birlikte müşterek tatbikatlara katılıyorlar.

 

ABD – Ortadoğu İlişkilerinin Geleceği

 ABD; her ne kadar önceliğini Çin’e verse de, enerjisinin önemli bölümünü bu ülkeyi kuşatmaya harcasa da, askeri yığınağını bu bölgeye yönlendirse de, Ortadoğu’dan çekilmez. Bu bölgedeki askeri varlığını azaltsa bile, asla tamamen çekmez. ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik ilgisi temelde şu 7 maddeyle açıklanabilir.

Birincisi, İsrail’in güvenliği. İkincisi, enerji kaynak ve güzergâhları üzerinde ABD’nin etkinliği. Üçüncüsü, İran’da rejim değişikliği. Dördüncüsü, Kürt devletinin kurulması. Beşincisi, Suudi Arabistan ve liderlik ettiği Körfez ülkelerinin güvenliğinin sağlanması. Altıncısı, Rusya’nın bölgedeki etkisinin azaltılması. Yedincisi, Çin’in bölgede artan ağırlığının dizginlenmesi.

Bu maddeler ışığında ABD’nin Ortadoğu’dan çekileceğini düşünmek, gerçekçi olmaz. Lakin azalan devlet kapasitesi nedeniyle bölgedeki müttefiklerini daha çok öne sürmesi, terör örgütlerini daha çok kullanması, bölgeyi istikrarsızlaştırmak için karanlık savaş yöntemlerine, vekâlet savaşlarına, hibrit savaşlara daha fazla öncelik vermesi beklenmelidir.

ABD’ye Ortadoğu’da ve Avrupa’da meydan okuyan bir güç yoktur. Ortadoğu’da ve Avrupa’da küresel ölçekte hegemonya kurmaya aday bir devlet de bulunmamaktadır. Çünkü küresel ölçekte hegemonya kurmak isteyen bir devletin amacına ulaşması için; ABD’yle ekonomik, endüstriyel, teknolojik, askeri ölçekte rekabet edebilmesi gerekir. Askeri açıdan taarruz yeteneğinin, caydırıcılığının, ittifak kurma kabiliyetinin, hasmını alan hakimiyetinden yoksun bırakma becerisinin yüksek olması zorunludur. Ayrıca, başka ülkeleri etkileyen bir ekonomik, kültürel güce, kamu diplomasisi araçlarına sahip olması, rıza alabilmesi, rıza inşa edebilmesi, kendi liderliğine ikna edebilmesi beklenir.

 

Sonuç

ABD’nin, dünyada 150’den fazla ülkede, irili ufaklı 800 dolayında üssü vardır. Bu askeri varlığı, aynı zamanda onun ekonomik gücünün güvencesi, ABD dolarının küresel ölçekte tedavül para birimi olarak kullanılmasının da garantisidir. Fakat ABD açısından bu durum, sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Artık askeri varlığını azaltmak, diplomasiyi daha fazla öne çıkarmak zorunda hissetmektedir. Diğer büyük güçlerle, daha fazla işbirliği yapmaya mecbur kalmaktadır. Tüm açık denizlerde donanması olduğu halde, askeri güç kullanma konusunda daha az istekli olması, bir tercih değildir, zorunluluktur.

ABD; Soğuk Savaş sonrasında ele geçirdiği üstünlüğü, özellikle de şu 4 alandaki üstünlüğü, her ne pahasına olursa olsun korumaya çalışmaktadır. Ekonomi, teknoloji, savunma ve kültür. Fakat günümüzde, bu konumunu hızla kaybetmektedir. Rakiplerinin yükselişini de önleyememektedir. Mutlak, açık ara önde olan bir ABD hegemonyası kalmamıştır artık. ABD; ekonomisi, sanayisi, teknolojisi, askeri gücü yanında, kültürü, sineması, müziği, akademisi, yaşam tarzı, giyimi- kuşamı, sporu, beslenme alışkanlıklarıyla dünya ölçeğinde liderlik ettiği günlerden çok uzaktır. Büyümenin ve üretimin lokomotifi olmaktan çıkmıştır. Eski cazibesini, çekiciliğini kaybetmiştir.

Aynı anda Ortadoğu’dan Orta Asya’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya dek çok geniş bir coğrafyada hem işgallerle, hem renkli devrimlerle öne çıkan bir ABD yoktur artık. ABD’nin hem iktisadi hem askeri açıdan, 2000’li yılların başındaki gibi davranması olanaksızdır. Dünyanın ve Türkiye’nin bu gerçeği görüp, ona göre davranması gerekir.

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir