Siyasal Paradigmalar
Erdoğan Usta Paulo Freire’nin doğumunun yüzüncü yıldönümü dolayısıyla mayıs ayı başında çevrimiçi bir seminer düzenlendi. Freire’nin yaşamı boyunca yanında olmuş dostları, çalışma arkadaşları ve yoldaşları... 50. Yılında Eleştirel Pedagojiyi Yeniden Düşünmek
Gönderiyi Paylaşın

Erdoğan Usta

 

Paulo Freire’nin doğumunun yüzüncü yıldönümü dolayısıyla mayıs ayı başında çevrimiçi bir seminer düzenlendi. Freire’nin yaşamı boyunca yanında olmuş dostları, çalışma arkadaşları ve yoldaşları bir yandan bu büyük eğitimciyi anarken bir yandan da eleştirel pedagojinin günümüz dünyasında taşıdığı anlamı tartıştılar. Doğrusu seminer gerek katılımcıları gerekse de konuşulanların derinliği açısından son derece başarılı bir etkinlik oldu. Ne var ki dileyen herkesin katılımına açık olan bu etkinliğin hak ettiği ilgiyi görebildiğini söylemek mümkün değil. Belli ki eleştirel bir pedagoji üzerine düşünmenin ve tartışmanın pek de ilgi çekmediği bir tarihsel dönemden geçiyoruz. İlgi çekmeli oysa. Dar anlamda eğitimin geniş anlamda ise siyasetin bir sorunlar yumağına dönüşerek artık mevcut biçimiyle sürdürülemez bir hal aldığı bu eşikte, tam da eleştirel bir pedagoji üzerine düşünmeye ve tartışmaya ihtiyacımız var. Hiç kuşkusuz eleştirel pedagoji üzerine bir tartışmada ilk olarak şu soruyu sormak son derece yerinde olacaktır: Ortaya çıktığı günden 50 yıl sonra, eleştirel pedagoji düşüncesi bugün hala güncelliğini koruyor mu? Bu soruya hiç tereddüt etmeden verilecek yanıt çok net. Eleştirel pedagoji günümüzde, 50 yıl önce olduğundan çok daha yakıcı bir ihtiyaç, çok daha güncel bir kuram. O halde bunu biraz konuşalım.

Malum: eğitim alanında son 40 yıldır yoğun bir neoliberal saldırı yaşanıyor. Eğitimin özelleştirilmesi, metalaştırılması ve tüketim rejimlerine bağlanması üzerine kurulu bu neoliberal taarruz her geçen gün hem şiddetini arttırmaya hem de yarattığı tahribatı derinleştirmeye devam ediyor. Eğitim alanında yaşanan sorunların ayırdındaki hemen her muhalifin kabul ettiği ortak bir doğru niteliğindeki bu olguyu kaydettikten sonra, bir başka hakikatin daha altını çizmek gerekiyor. Bahse konu neoliberal saldırı öncesinde de eğitim alanında bir asr-ı saadet yaşanmıyordu. Tam aksine, eğitimin bir grup bürokratın inisiyatifi ve takdiri doğrultusunda yukarıdan aşağı biçimlendirildiği “resmi eğitim” modeli de en az neoliberal saldırı kadar derin tahribatlar yaratıyordu. Dolayısı ile neoliberal paradigmanın etkilerini, bir tür “geçmişe dönüş” çabası ile aşabilmeye de olanak bulunmuyor. Eğitim alanını kasıp kavuran ekonomik ve kültürel tahakküm biçimlerinin haritasını çıkarmaktan çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Yaşanan sorunları kaydetmekle yetinmeyen, reaksiyoner olmanın sınırlarını aşabilen, egemen paradigmanın bütünüyle dışına çıkmaya cüret edebilen yeni bir bakış açısı lazım bizlere. Eleştirel pedagoji, işte bunu mümkün kılan bir teorik araçlar seti üretebildiği için günümüzde hem hala güncel hem de daha önce hiç olmadığı kadar yakıcı bir ihtiyaç durumunda.

Egemen paradigma tarafından eğitimin iki temel işlevi olduğu vaaz edilir. Bunlardan birincisi, öğrencilerin parlak bir meslek hayatına ve başarılı bir kariyere ulaşabilmek için ihtiyaç duyacağı bilgi ve beceriler ile donatılması. Eğitimin ikinci (ve özellikle otoriter iktidarlar eliyle yönetilen toplumlarda giderek daha da baskın hale gelen) işlevi ise gençlerin aynılaştırıcı, özümseyici, arındırıcı bir bakış açısı ile endoktrine edilmesi; “yerli ve milli” niteliklere sahip “ideal nesiller” yetiştirilmesi.

Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2023 vizyon belgesi tam da böyle bir bakış açısını yansıtıyor. Öğrencilerin “hayatı göğüslemek için gerekli becerileri kazanmasının” önemi teslim edilmekle birlikte bunun tek başına asla yeterli olmayacağının altı çizilerek, gerekli olanın “milli tüm değerleri kapsayan ve kuşatan bir olgunlaşma, gelişme, ilerleme ve ahlak güzelliği” olduğu vurgulanıyor. “Ruhu, istikameti, gayesi ve felsefesi olan” bir pedagojinin de ancak “yaratılmak istenen bu insan profili ile birlikte” anlam kazanacağı dile getiriliyor.

 Eleştirel pedagojinin çağrısı

Öğrencileri istenildiği gibi programlanacak birer robot, eğitimcileri önceden belirlenmiş müfredatın asık suratlı birer aktarıcısı, pedagojiyi ise bu aktarım işleminin nasıl yapılacağına dair bir dizi strateji ve beceriden ibaret statik bir bilgi türü olarak ele alan bu paradigmanın dışına çıkılmadan, eğitime dair sahici çözümler üretebilme imkânı bulunmuyor. Zira bu modelde öğrenciler üzerlerine bilgi yatırımı yapılan pasif varlıklar, boş kaplardır. Bilgi onlara ihsan edilir, o boş kaplar uygun müfredatla doldurulur. Bu modelde dünya kapalı durağan bir düzen, verileri tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulur. Diyalog değil, tek yanlı bir dayatma söz konusudur. Bu, ezilenleri kaderciliğe iten, özgürlükten korkmalarına yol açan ve bu yüzden de üzerlerindeki tahakkümü pekiştiren bir modeldir. Aynı zamanda bu model düşünmeyi ve eylemi denetlemeye çalışır. Bireyi sisteme entegre edip, sistem çıkarlarına hizmet eden insandışılaşmış birer nesne konumuna sokar. Bu yüzden Freire “özgürleşmeye gerçekten bağlananların, bu bankacı eğitim modelini her yanıyla reddetmeleri, onun yerine insanları bilinçli varlıklar haline getiren bir eğitim modelini tercih etmeleri gerektiğini” vurguluyor. İşte eleştirel pedagoji hepimize her şeyden önce tam da bunun çağrısını yapıyor: Egemen paradigmanın çerçevesini çizdiği düşünme biçimlerini reddetmek, kavramları yeniden tanımlamak, dili yeniden inşa etmek. Eğitimin bizatihi kendisini bir özgürleşme pratiği olarak yeniden oluşturabilmek.

Eleştirel pedagoji, bağlam ne olursa olsun basitçe uygulanabilen a priori bir yöntemle ilgili değildir. Belirli mücadelelerin sonucudur ve her zaman belirli bağlamların, öğrenci topluluklarının ve mevcut kaynakların yarattığı özgül durumla yakından ilişkilidir. Okulları demokratik kamusal alanlar olarak, eğitimcileri kamusal aydınlar olarak ve öğrencileri bireysel ve toplumsal değişimin potansiyel demokratik temsilcileri olarak ele alır. Dolayısıyla eleştirel pedagoji, demokratik bir toplum için vazgeçilmez olan biçimlendirici kültürü sağladığı için pedagojinin siyasetin merkezinde olduğunu anlatır. Stanley Aronowitz, Freire’nin pedagojiye yüklediği kurucu işlevi şu biçimde anlatıyor: “Freire için eğitim sadece öğrencileri iş hayatına ya da muhtelif kariyerlere hazırlamanın bir yolu değildi. Özyönetimli bir hayat için bir hazırlıktı. Özyönetim de insanlar ancak eğitimin şu üç hedefini yerine getirdiğinde gerçekleşebilirdi: Kendine dönük bir özdüşünümsellik; yani ünlü dizelerde geçen “kendini bil” deyişini anlamak. Bu da ancak kişinin içerisinde yaşadığı dünyayı ekonomik, siyasal ve psikolojik boyutlarıyla kavramasıyla mümkün olabilir. Nitekim eleştirel pedagoji, kişinin o ana dek hayatına hükmetmiş ve özellikle de bilincini şekillendirmiş olan güçlerin ayrımına varmasına yardımcı olur. Üçüncü hedef ise erkin en azından bir eğilim olarak, içinde yaşadığımız dünyayı yaratanlara aktarıldığı yeni bir hayat, yani bir düzenlemeler bütünü üretmek için gerekli koşulları belirlemeye yardım etmektir.”

Eleştirel pedagoji, Freire’nın “bankacı eğitim modeli” dediği egemen paradigmanın bilgiyi önden belirlenmiş bir müfredatla standardize eden ve öğrencilere bir lütuf gibi sunan yaklaşımını reddettiği gibi, özgürlüğün toplumlara kendinden menkul “öncüler” eliyle bir lütuf gibi sunulduğu özgürleşme ütopyalarını da reddediyor. Zira ona göre özgürlük “varılacak bir yer” değil, “olunacak bir şey”. Ancak amaçları kadar kullandığı araçlar da özgürlükçü olan bir özgürleşme siyaseti ile açığa çıkarılabilecek bir “olma hali”. İşte bu yüzden pedagoji gerçekte siyasetin merkezinde yer alıyor ve dahası, siyaset kelimenin en geniş anlamında bir eğitim sürecine dönüşüyor.

Freire’nin ulaştığı ve ardından da son derece etkili biçimde dile getirdiği bu durum, muhtemelen bizatihi onun kendi yaşam deneyiminden çıkardığı bir sonuç olmalı. Brezilya’da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Freire 1930 ekonomik krizinin pek çok başka Brezilya’lı aile gibi onun ailesinin de altından “orta sınıf halısını” çekip olmasıyla ansızın yoksul bir yaşamın içine düşmüş, artık Recife kentinde yaşamalarına imkan verecek maddi güce sahip olmayan ailesiyle birlikte Morro de Saude’ye taşınmış, çocukluğunu anne-babası, kardeşleri ve diğer akrabaları ile paylaştığı tuvaleti, banyosu ya da normal bir tavanı olmayan mütevazi bir evin küçük ve karanlık odalarında geçirmişti. Freire bizzat bu deneyimle toplum tarafından a priori olarak işlenmiş bir suçun varlığı ile yüzleşti: Açlığın, yoksulluğun ve tahakküm ilişkilerinin yaratılması. İşte eleştirel pedagoji bu kadim şiddet biçimine karşı hiddet ve tutkuyla inşa edilmiş bir kuramdır. Bu nedenledir ki Freire eleştirel pedagojinin (tıpkı egemen paradigmanın ürettiği muhtelif pedagojiler gibi) standart bir prosedür, belirlenmiş bir yöntem olarak ele alınmasına şiddetle karşı çıktı. Hatta eğitimcileri düşünmeyi, yaratıcılığı ve yenilikçiliği felç eden bu yöntem fetişizminin ötesine geçmeye çağırdı. Bunun yerine pedagojinin anlamını ve teorisini bilgi, arzu, değerler, sosyal ilişkiler ve en önemlisi siyasi faillik biçimleri üzerine devam eden bireysel ve kolektif bir mücadelenin parçası olarak genişletmeyi önerdi. Öğretmenleri bilgi aktarıcısı rolünden çıkarak ezilenlerle diyaloğa girmeye çağırdı. Eğitimin içeriğinin bizatihi bu diyalog içinde ve ezilenlerin “konusal evreni” de dikkate alınarak belirlenmesi gerektiğini anlattı.

Kuşkusuz ki eleştirel pedagojinin bu çağrısı risklidir. Lakin Freire’nin sözleriyle ifade edersek: “Öğretmenler üzerinden gidersek, sadece okulda değil hayatın farklı farklı pek çok alanında risk alabiliyor olmamız çok iyi bir şeydir. Risk diyorum çünkü bu eylem dediğimiz şeyin yok sayılamayacak denli somut bir unsurudur. Korkunuza egemen olmadan, hiçbir risk alamazsınız. Risk almadığınız durumda da hiçbir şey yaratmanız mümkün değildir. Yine ben kendim için de risk almadan var olabilmek gibi bir olasılık düşünemiyorum.”

Freire bütün yaşamı boyunca bu riski üstlenmekten hiç çekinmedi. Söylemi ile eylemi arasında hep muazzam bir tutarlılık oldu. Hayat arkadaşı ve yoldaşı Nita Freire’nin ifadesiyle “muazzam bir entelektüel, ama daha da muazzam bir insan” olarak yaşadı. Onun ortaya koyduğu düşünceler ve yaptıkları, aradan geçen onca yıla rağmen hala güncelliğini koruyor. Hala eğitimde alternatif arayışlara önemli bir katkı sunmaya devam ediyor. O halde bu katkıya dair son sözler, Freire’ye yaşamının son 16 yılında eşlik etmiş olan yakın çalışma arkadaşı Donaldo Macedo’dan gelsin: “Tarafsız eğitim süreci diye bir şey yoktur. Eğitim ya genç kuşağın bugünkü sisteme entegrasyonunu kolaylaştıran ve onların sisteme adapte olmalarını sağlayan bir araç olarak işlev görür. Ya da kadınların ve erkeklerin varolan gerçekliği eleştirel ve yaratıcı bir biçimde ele aldıkları, varolan gerçekliğin dönüştürülmesine nasıl katılacaklarını keşfettikleri bir araca, yani bir özgürlük pratiğine dönüşür.

Eleştirel pedagojinin çağrısı, hakim paradigma içinde gerçekleştirilebilecek en makul “eğitim reformunun” ne olacağını tartışmak değil, o paradigmanın çizdiği çerçeveyi bütünüyle yıkarak eğitimi kelimenin tam ve gerçek anlamıyla bir özgürlük pratiğine dönüştürmek. Totalitarizmin dünya genelinde yükselişte olduğu günümüzde bu çağrı en az 50 yıl önce olduğu kadar güncel, en az ilk günkü kadar sahici. Zira Freire’nin yazdıkları ve yaptıkları, bu karanlık çağda umudu yeniden canlandırmak isteyenler için hala çok iyi bir kılavuz.

 

Kaynak: GazeteTebeşir 

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir