Siyasal Paradigmalar
Prof. Dr. Ahmet Özer Türkiye’nin bu güne değin bunca potansiyellerine rağmen hak ettiği ekonomik gelişmeyi sağlayamaması ve demokratik bir yapılanmayı gerçekleştirememesi, birçok yönetim sorununun ötesinde,... Yükseköğretimde Temel Bir Sorun Olarak Üniversitenin Fonksiyonları Üzerine Bir Tartışma
Gönderiyi Paylaşın

Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi

 

Giriş

Türkiye’nin bu güne değin bunca potansiyellerine rağmen hak ettiği ekonomik gelişmeyi sağlayamaması ve demokratik bir yapılanmayı gerçekleştirememesi, birçok yönetim sorununun ötesinde, asıl nedeni genel olarak eğitim sistemini özel olarak üniversiter yapının işin öznesine uygun oturtamamış olmasıdır. Dolayısıyla gelişmemiş bir üniversiter yapı gelişmemiş bir toplumsal yapıya neden olurken aynı zamanda gelişmemiş bir toplumsal yapı da üniversiter yapıyı zayıf bırakmaktadır. Bu durumda bilim ve onun kurumları ikili bir fonksiyona sahiptir. Burada eğitim-öğretim ve onun en üst aşaması olan üniversiteler bir neden olarak işlev gördüğü gibi, toplumsal koşulların aynı zamanda bir sonucu olarak da ortaya çıkabilmektedir.

İşlev

Üniversitenin başat işlevi bilimsel araştırma yapmak, biliminsanı yetiştirmek ve nihayet üniversiteye girmiş olan öğrencilere eğitim ve öğretim yoluyla bir dalda uzmanlık ve formasyon kazandırmak; daha doğrusu, belli bir mesleğin öğrenilmesi için temel nitelikteki bilimsel bilgileri aktarmaktır. Böyle bir üniversiter yapının her şeyden önce yönetsel ve mali açıdan özerk, bilimsel açıdan da özgür olması gerekir. Akademik özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün olmadığı yerde gerçek bilim gelişmez, göç ederek kendine değer verilen yere gidip yerleşir ve orada gelişir.  Böylece arkasında bıraktığı “çorak vasatta” yaratıcılık da gelişmez. Yaratıcılığın olmadığı yerde bilim, bilimin olmadığı yerde çağdaş üretim ve refahtan söz edilemez. Bütün bunların olmadığı yerde ise nitelikli araştırma yapılamaz, nitelikli öğrenci yetiştirilemez, nitelikli bir gelecek yaratılamaz.

Türkiye ve Bilim

Türkiye coğrafya ve nüfus açısından dünyanın ilk otuz ülkesi arasında olmasına rağmen, evrensel bilime yapmış olduğu katkı bu ölçülerin çok altında bulunuyor. Üniversiteyi Darülfünunun 1863’te kuruluşuyla başlatırsak, bunca yıllık geçmişine rağmen bilimsel hayatımızda ve üniversitelerimizde (özellikle sosyal bilimler alanında) dünya çapında özgün fikirlerin, teorilerin, buluşların ortaya çıkmamasında ezberci ve zaptü raptçı anlayışın payı büyüktür. Türkiye’den şimdiye kadar bilim alanında Nobel kimsenin ödül almaması sorgulanması gereken manidar bir durum değil mi? O yüzden buradaki bilimsel gelişmeyle bir ilgisi olmayan, Aziz Sancar’ın aldığı ödülle övünüp durduk. Aslında bununla hem kendimizi kandırdık hem de gerçeklerin üstünü örttük. Bu durum, aynı zamanda içinde bulunduğumuz bilişim çağında,  bilginin ve bilimin giderek egemen olduğu bir dünyada başta üniversite eğitimi olmak üzere eğitim sistemimizin sorgulanarak yeniden gözden geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır.

YÖK’ün Fonksiyonu

Üniversitelerimizin hem akademik yeterlilik ve yaratıcılık, hem eğitim öğretim faaliyetleri hem de üniversite-toplum diyoloğu ve etkinliği bakımından çağdaş üniversite düzeyinin altında bulunduğu genel bir kabul görmektedir. Bunun böyle olmasında hiç kuşkusuz tarihsel ve toplumsal koşullar yanında, genel olarak sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinin ve bir bütün olarak sistemin payı büyüktür. Ancak asıl sorun üniversitenin kendi iç işleyişindeki yapısal, akademik ve demokratik yapılanmasından ve bu yapılanmanın yarattığı koşullardan kaynaklanıyor. Bunda da 1980 Darbesinin, üniversiteleri kontrol altında tutmak için çıkardığı YÖK yasasının payı azımsanmayacak derecededir. Bu yasayla, özerk olması gereken üniversite vesayet altına alınıyor, iktidarlar da bu sayede her dönem üniversiteleri bilimsel olarak teşvik etmek yerine kendi arka bahçeleri haline getirmeye çalışıyorlar.

Kısacası, evrensel ölçülerde demokratik, bilimsel üniversitelere ulaşmanın önünde engeller vardır.  Üniversiter yapının henüz oturmamış olması; yönetsel özerklik ve bilimsel özgürlüğün olmaması ve işlememesi önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor. Bu engellerden en önemlisi YÖK’ün bu günkü yapısı ve işleyişidir. Bu sorun çözülmediği sürece bilimsel araştırmalardan istenilen sonuçların alınması, yaratıcı eğitim ve öğretimin hayata geçirilmesi ve dolayısıyla nitelikli öğrencilerin yetiştirilmesi zor görünmektedir. O halde sorunu etraflıca ele alıp sorgulamak ve gerekirse bu alanda radikal değişikliklere gitmek gerekir.

Çünkü çağımızda, artık anlaşılmıştır ki, bilgiyi üretenler ile onu tercüme ya da transfer edenler aynı safta ve düzeyde olmayacaklardır. Bilgiyi üretenler dünya çapında yönetecek, onu ithal edenler ise yönetilmeye mahküm olacaklardır. Türkiye bu bağlamda bir yol ayrımındadır. Ya evrensel bilimin kural ve kurumlarını içselleştirerek yoluna devam edecek, ya da bilim kuruluşu olan üniversiteyi iktidar erkinin aracı olarak kullanarak geleceği kendi elleriyle heba edecektir. Çünkü süreç ister istemez bilimsel gelişmeyi engelleyen bariyerleri oluşturacaktır.

Bilimsel Gelişmeyi Engelleyen Bariyerler

Bilimsel yaratıcılığı engelleyen üç temel bariyer otorite, gelenek ve kişinin kendisidir. Kişi herhangi bir otorite korkusuyla hareket ederse, (ki YÖK bunlrdan biridir)  o taktirde ister istemez korkar, siner ve bir süre sonra oto sansüre başvurur, bu da onu yaratıcılığktan uzaklaştırır. Türkiye’de  durum hala bu düzeydedir ne yazık ki.. İnsanlar sürülüyor, işlerinden atılıyor, idolojik ve siyasi mülahazalarla ayrımcılığa tabi tutuluyorlar. Bunun olmaması için öncelikle bilimsel çalışma yapan kurumların kurumsallaşarak kişilik kazanması gerekir. Bu da çağdaş bir üniversitenin zorunlu olarak sahip olması gereken özellikleri gerektirir. Bilimin özgür, yönetimin ise özerk olması gibi.. Türkiyedeki yüksek öğretim paradigması içinde maalesef ne bilim tam özgürdür, ne de yönetim tam özerk.. Kimi zaman resmi idoloji herşeyin üstündedir.

Resmi ideolojiyi eleştirmeden bilimi geliştirmek, üniversiteye saygınlık kazandırmak mümkün değildir. O nedenledir ki bilim üretmenin en önemli koşulu, özgür düşünce ortamıdır. Böyle bir ortam yoksa bilimi üretenler riskleri göğüsleyip bu ortamı yaratmak durumundadırlar. Çünkü nerden gelirse gelsin direktiflerle, emirlerle, yasaklamalarla bilimsel çalışma sürdürmek mümkün değildir. Bunlarla ancak resmi ideoloji üretilir, bilim üretilemez.

Durum buysa o zaman yeni bir model ihtiyacı ayan beyan ortadadır.

Özgür Bilim, Özerk Yönetim

Burada işin temel felsefesini özetleyen, yukarıda zikrettiğimiz, iki önemli anahtar kavram olan özerk yönetim ve özgür bilimden murad, üniversitede araştırma ve bilimsel çalışma yaparken ya da öğrenci yetiştirirken kullanılan yöntem ne olursa olsun, özgür düşüncenin ve özerk yönetimin önemini ortaya koymak, özgürlük ve yaratıcılık arasındaki fonksiyonel ilişkiyi kaybetmemektir.  Özgür insan yaratıcı insandır; yaratıcılık üretimi, üretim zenginliği, zenginlik ise refahı yaratır.

Sadece kalkınmanın değil, sorunları çözmenin kaynağı da insandır. İnsanı dönüştürmenin en değerli yolu eğitimse, eğitimin de en üst düzeydeki yapılanması kuşkusuz üniversiter kurumulardır. Peki, bu denli önemli olan üniversite nasıl olmalı? Çağdaş anlamda bir üniversitenin üç önemli fonksiyonu vardır. Bunlar, bilimsel araştırma ile nitelikli eğitim–öğretim yapmak ve halk – üniversite diyalogunu gerçekleştirmektir.

Bilimsel Araştırma Yapan Üniversite

Bilimsel araştırma yapmak herşeyden önce bilimsel bir nosyona, bilimsel bir ortama sahip olmayı gerektirir. İkincisi, bilimin menbaaı olan araştırma görevlisi kurumunun korunması ve özgür bir biçimde geliştirilmesidir.  Daha işin başından itibaren  “yetkililer ve yöneticiler tarafından ezilmeye başlanırsa araştırma görevlileri o takdirde işin menbaı daha baştan körelir ve zehirlenir. Böyle olunca da, sonraki basamaklar sessiz sedasız bazı usuller yerine getirilerek tırmanmaya başlanıyor. Bir ömrün sonunda, üniversitelerin tozlu odalarında, sesini soluğunu çıkartmadan oturabilenler sonunda Doçentlik, Profesörlük payesine ulaşıyorlar. Oysa Nazımın dediği gibi “üzüm üzümken güzeldir, ezildikten sonra ha şıra olmuş ha pekmez ne fark eder?”

Bir başka husus da araştırma ile ilgili kaynak meselesidir. Her araştırmanın hiç kuşkusuz bir mali boyutu vardır. Üniversitelerde bilimsel araştırmaları desteklemek için kurulmuş olan Araştırma Fonları ya kaldırılmış ya da başka birimlerle birleştirilmiştir. Sonuçta öğretim üyeleri bilimi ilerletmek, çoğaltmak, yenilemek, yenilikler ortaya koymak için değil, akademik yükseltme için aranan asgari koşulları yerine getirmek için (çoğu göstermelik olan) yayınlar yapmaktadır. Burada da bir kez daha araştırma malumu yeniden ilan ederek titr için bir araç olarak kullanılmaktadır. Böylece üniversite, evrensel bilim için önemli olan bir olanak iken, adeta güncelin geçici kazançlarına ve pazarına feda edilmektedir.

Nitelikli Öğrenci Yetiştiren Üniversite

Üniversitelerin ikinci önemli fonksiyonu eğitim öğretim yapmalarıdır kuşkusuz. Her sene 2 milyona yakın kişi üniversite sınavına giriyor. Ne ki bunların ancak beşte biri yükseköğretim kurumlarına yerleşebiliyor.  Geriye kalanlar heryıl sayıları giderek artan ölçüde açıkta kalıyorlar. Kaldı ki, üniversiteye girenlerin de önemli bir kısmı tercihleri ve istekleri doğrultusunda değil de sistemin öngördüğü dayatmalar sonucu, istemedikleri bölümlere savruluyorlar. Böylece isteksizce okuma, sırf bir üniversite ya da yüksekokul bitirme adına yıllar harcanmakta, harcanan bu yılların sonunda mezun olabilen öğrenciler ise bu kez üniversite mezunu olarak işsizler ordusuna katılmaktadır. Bu kısır döngü bir birini besleyerek ve büyüyerek devam edegidiyor.

Özel piyasa koşullarına endeklenmiş, kimi isim yapmış üniversitelerde ise o üniversitenin isim avantajı ile “bir meslek sahibi” mezun edilmektedir. Oysa üniversiteler öğrenciye meslek kazandırmaz. Meslek pratik yaşamda kazanılan bir etkinliktir. Üniversiteler gelecekte insanlara bu meslekte kullanabilecekleri bilgileri ve becerileri sunarlar. Bilgi ile donanımlı hale gelmiş, artık çözümün bir parçası olan öğrenci, aynı zamanda birçok bakımdan sorumluluk alma yetisine kavuşmuş, kendine, ailesine ve topluma karşı sorumluluk bilinciyle donanmıştır, demektir.

Halkla Diyalog Kuran Üniversite

El Ceziri adındaki bir bilim insanı bundan yaklaşık 700 yıl önce Uygulamaya geçmeyen bir bilim doğru ile yanlış arasında bir yerdedir demişti. Bu güzel sözün de belirtmiş olduğu gibi bilimsel bilginin bir fonksiyonu da insanoğlunun yaşamını giderek artan oranda kolaylaştırmasıdır. Bunun için de elde edilen bilgilerin uygulamaya geçirilmesi gerekiyor. Bu da ister istemez üniversite ile çevre ilişkilerini gündeme getirmektedir.

Daha önceleri adeta fildişi kulelerinden topluma bakan üniversiteler ve bilim insanları artık bu kulelerden çıkmalı halkın içine inmelidirler. Halkından kopuk, ona yukarıdan bakan bilimsel faaliyet etkin olmaz. Çünkü bilim doğası gereği evrenseldir ve toplumun içinde yapılır. Bilim insanı da bu manada mütevazı ve alçak gönüllüdür.

Fakat üniversite ile halkın diyalogunu sadece sermaye – üniversite diyaloguna indirgemek de yanlış olur.  Ne yazık ki günümüzde, üniversite – halk ilişkisinden daha çok bu anlaşılmakta, üniversiteler giderek sermayenin eline ve emrine girmektedirler.

Sonuç

Ne yapmalı? Kanımca işe YÖK’ü değiştirmekle başlanmalı; YÖK toplumsal ve kurumsal kesimlerin ortak oydaşması ile değiştirilmelidir. Bu aşama kısır döngüyü kırmanın ilk adımı olabilir. Bu çerçevede üniversite bir toplumsal kurum olarak yeniden ele alınıp değerlendirildiğinde; hemen atılması gereken adımları şöyle sıralayabiliriz: Öncelikle üniversitenin gerçek anlamı ve amacı netleştirilmeli. Üniversite olmanın asgari koşulları belirlenmeli; üniversite ile yüksekokul arasındaki fark açığa çıkarılmalı ve buna uygun yeni bir uygulamaya gidilmelidir. Coğrafi, demografik koşullar ve ihtiyaçlar göz önüne alınarak belli bir alana yoğunlaşmış uzman üniversiteler kurulmalıdır. (Sağlık Bilimleri, Sosyal Bilimler, Teknik, Mühendislik gibi). Devlet üniversite ilişkileri yeniden düzenlenmeli; üniversiter yapıya uygun bir özerklik ve bilimsel özgürlük ortamı oluşturulmalıdır. Üniversitenin asli unsuru olan araştırmaya kaynak ayırmalı, araçtırmacıya yer ve değer verilmeli, teşvik edilmelidir. Üniversite orta öğretim ilişkileri yeniden ele alınarak düzenlenmeli, üniversiteye giriş eğitimde fırsat eşitliği temelinde yeniden düzenlenmelidir.  Üniversitenin geleceği, devlet ideolojisi ve pazar tercihleri ile değil, evrensel üniversite kriterleri ile belirlenmelidir. Pazar tercihlerine yönelik eleman ve ara eleman yetiştirecek yüksekokul ve meslek yüksekokullaşmaları üniversite dışında yeni bir yapılandırmayla ortaya çıkarılmalıdır.

Sonuç olarak Üniversite başat işlev olarak inceleme, araştırma ve bilim adamı yetiştirme ereğine odaklanmalı, ikincil hedef olarak özgür bir ortamda üretilen bilimsel bilgilerin yayılması ve yaygınlaştırılması sağlanmalı, yayın ve eğitim faaliyetleri yeniden yapılandırılarak yaratıcı verimli ve nitelikli hale getirilmelidir. Bunları sağlayabilmek için de üniversite özerkliğinin bir gereği olarak üniversite mensupları demokratik bir ortamda kendi içlerinden seçtikleri kişilerden oluşan organlarca yönetilmeli, bilimsel faaliyetler özgürce yapılmalıdır. Mali olarak döner sermaye ve benzeri durumlarda söz konusu olabilecek mali özerklik, üniversite amaçlarının gerçekleştirmek için merkezi hükümetten alınan kaynaklar oranında (ödeyen denetler kuralı gereğince), şeffaflık ilkesi çerçevesinde kamunun denetimine açık olmalıdır. Özcesi, üniversite yönetsel olarak özerk, mali olarak bütçeden aldıkları kaynaklar oranında denetime açık (ve yarı özerk), bilimsel açıdan ise tamamen özgür olmalıdır.

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir