Siyasal Paradigmalar
Av. Bülent Tezcan Geçtiğimiz hafta altı siyasi parti genel başkanı güçlendirilmiş parlamenter sistem önerilerini içeren ortak metni imzaladılar. Ahlatlıbel Buluşmasının ardından yapılan Bilkent Toplantısı aslında... Yarının Türkiye’si İçin İnşa Programı
Gönderiyi Paylaşın

Bülent Tezcan
27. Dönem Milletvekili
Anayasa Komisyonu Üyesi

 

Geçtiğimiz hafta altı siyasi parti genel başkanı güçlendirilmiş parlamenter sistem önerilerini içeren ortak metni imzaladılar. Ahlatlıbel Buluşmasının ardından yapılan Bilkent Toplantısı aslında bir demokratik sistem önerisinden çok daha fazla anlam ifade ediyor. Görünüş itibarıyla güçlendirilmiş parlamenter sistem çerçevesinde demokrasi yolculuğunun önemli bir kavşak noktası olmakla birlikte, aslında siyasal tarihimizde önemli bir dönüşümün ilk adımı olmaya da aday.

16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği ile getirilen Tek Adam Rejimi daha mürekkebi kurumadan iflas etti. 24 Haziran 2018 seçimleri sonrasında fiilen yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (Tek Adam Rejimi) aradan geçen üç buçuk yıl içinde tamamen iflas etti. Üç buçuk yılda, alternatifi olduğunu iddia ettiği eski sistemi dahi aratır hale gelen Tek Adam Rejimi, bırakın sorun çözme yeteneğini, sorunları büyütme ve kangren etme yeteneğiyle belki de şimdiden tarihteki kötü hatıralar rafında yerini ayırtmış oldu.

Ülke üç buçuk yıl içinde ekonomiden, demokrasiye;  bürokrasiden, devlet yönetimine; yargıdan, adalete; dış ilişkilerden, diplomasiye; toplumsal yapıdan, güvenliğe her alanda tahmin edilemeyen bir çöküşün içine düştü. Üç buçuk yıl önce 4,5 TL olan dolar kuru bugün 14 TL. Enflasyon TÜİK’in sahte rakamları ile bile tüketici fiyatları endeksinde %54,4, üretici fiyatlarında ise %105 oldu, Bağımsız araştırmacı Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verileriyle ise tüketici enflasyonu %123,8. Türkiye dünya liginde enflasyonda, hayat pahalılığında, sefalet endeksinde başa oynuyor. Gerçek işsizlik on milyona dayanmış. İşsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı bütün anketlerde en önemli sorun olarak ortaya çıkıyor. Zamlar, kuyruklar, haciz ve iflaslar günlük yaşamın rutinleri haline geldi. Bu sorunların tek çözümü üretim ekonomisi, adil bölüşüm düzeni iken; üretim kapasitesi yok olmuş, gelir adaletsizliği tavana vurmuş bir ekonomik-sosyal düzenle karşı karşıyayız. Ortak aklı reddeden, bütün yetkilerin tek kişide toplandığı Saray merkezli bir düzende, bütün bir devlet bürokrasisi sorun çözmeye değil, “pozisyon alma ve durumu kurtarmaya” odaklanmış durumda. Üst üste açıklanan ekonomik reform ve yargı reformu paketlerine rağmen Türkiye, ekonomisi ve adaleti en bozuk olduğu ülkeler sınıfındaysa bunun başlıca sorumlusu kuşkusuz mevcut tek adam rejimidir.

Türkiye’de demokrasi çökmüştür. Denetimsiz bir iktidar vardır. Bütün yetkiler Saray’da tek kişinin elinde toplanmış, bütün bir devlet mekanizması tek bir kişinin ağzından çıkacak bir kelimeye bakar hale gelmiştir. Bakanlar “istifa etme hakkından bile mahrum kalmıştır.” Ancak “görevlerinden aflarını talep edebilmekte” ve bu talepleri “kadiri mutlak makam” tarafından takdire şayan görülürse “şanslı kullar” sınıfında yerlerini alabilmektedirler. Bu seremoni dahi mevcut düzenin ne kadar hantal ve çağdışı olduğunu göstermeye yeter. Meclisin yetkileri tırpanlanmış, elde kalan yetkileri de meclis çoğunluğunun tek kişiye tabiiyeti nedeniyle işlevsiz hale getirilmiştir. Yargı karar verirken Saray’dan gelecek talimatları bekler hale gelmiştir. Anayasa’ya rağmen Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan hakimler vardır. Bunların bu gücü hukuk ve Anayasa’dan değil, hukuksuzluk ve Saray’dan aldığından hiç şüphe yoktur.

Temel hak ve özgürlükler “sürekli tehdit altındadır”. Kimse kendini güvencede hissetmemektedir. Basın fiili sansür altındadır. Gazete manşetlerinin dahi Saray merkezli İletişim Başkanlığı tarafından tek tip atıldığı malumdur. Gazetecilik etiği ve meslek ilkelerine uygun davranarak bu talimatlara uymayıp gazetecilik ve televizyonculuk yapanların ise, soruşturma, mahkeme, Basın İlan Kurumu, RTÜK, ilan baskısı vb. yöntemlerle susturulmaya çalışıldığını hatırlatmaya dahi gerek yoktur.

Liyakat sistemi yok edilmiştir. Liyakatin yerini sadakat almış, atama ve yükselmenin yolu kayırmacılık ve partizanlıktan geçer olmuştur. Torpil kurumsallaşmış, hakkaniyet çökmüş, kalite yerlerde sürünmeye başlamıştır. Öyle ki kalitesizlik alt kademelerle sınırlı kalmamış, yüksek bürokratlardan bakanlara kadar sirayet etmiştir. Devletin kurumsal kapasitesi esaslı tahribata uğramıştır.

İsraf, yolsuzluk, kamu kaynaklarıyla zenginleşme düzenin rutini haline geldi. Devlet İhale Kanunu, yolsuzluk ve kayırmayı sağlayabilmek, yandaş müteahhitleri zengin edebilmek, daha doğrusu onlarla birlikte haksız zenginleşebilmek için 190 kereden fazla değiştirildi.

Kadın cinayetleri, şiddet, uyuşturucu kullanımı, madde bağımlılığı, taciz, tecavüz gibi sosyal ve kriminal sorunların hızla yükseldiğini görüyoruz. Göçmenlerden kaynaklanan sorunları da eklediğimizde sosyal dokuda çok derin yaralara gebe bir sürecin içinden geçtiğimize hiç şüphe yok.

Bu saydığımız ve sayamadığımız bütün sorunları birlikte ele aldığımızda ülkemizin Tek Adam Rejimi altında ciddi bir çöküş ve çürüme içinde olduğunu söylemek abartı olmaz. Türkiye üçlü bir çöküş yaşıyor: Demokratik çöküş, kurumsal çöküş, ekonomik-sosyal çöküş.

Yarının Türkiye’si, ancak bu üçlü çöküşten çıkaracak bir inşa programıyla mümkün olabilir. Yani üç ana alanda Türkiye’yi yeniden inşaya ihtiyacımız var.

1) Demokratik inşa, 2) Kurumsal inşa, 3) Ekonomik sosyal inşa.

DEMOKRATİK İNŞA

Demokratik inşanın ilk koşulu Tek Adam Rejimini değiştirmekten geçiyor. En az yüz elli yıllık birikimimize dayanan parlamenter demokrasi geleneği üzerinde demokratik bir sistem kurarak işe başlayabiliriz. Altı siyasi parti liderinin Bilkent Buluşmasında attığı imza ile ilan ettikleri Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem bu konuda ilk düğmenin doğru iliklendiğini gösteriyor. Kuvvetler ayrılığına dayalı, denge ve denetleme mekanizmaları olan, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve adaleti sağlayacak, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak bir hukuk devletinin inşası demokratik rejim inşasının ilk adımı olacaktır.

28 Şubat buluşmasında bu önemli eşik geçilmiş, demokrasiye geçiş için ortak irade ve tutum belgesi imzalanmıştır. Bu imza Yarının Türkiye’sini İnşa sürecinin ilk imzasıdır. Sürecin başarısı için diğer adımlara da ihtiyaç vardır.

KURUMSAL İNŞA

Türklerin devlet geleneği kadimdir. Tarihte devlet geleneğine sahip halklar sayılıdır ve kuşkusuz bunlar arasında ilk sırada gelenlerden biri de Türklerdir. Bu tarihi birikim, devlet geleneğinde önemli bir kurumsal yapıya sahip olma ayrıcalığı vermiştir. Sultanlık, padişahlık, imparatorluk dönemlerinde dahi devletin kurumsal yapısı her zaman çok önemli olmuştur. Demokrasinin geliştiği, kurumsal yapı ve ilişkilerinin, devletin kurumsal kapasitesini kullanma olanaklarının çok daha fazla olduğu yüzyılımızda bu tarihsel birikimi bir avantaja çevirebilme olanağı varken, ne yazık ki Tek Adam Rejimi ile bu fırsat heba edilmiştir. Şahıs devleti uygulamaları kurumsallığın önüne geçmiş, devletin kurumsal yapısı çökertilmiştir.

Şimdi bunu yeniden inşa etme görevi önümüzde durmaktadır. Bu çerçevede örneğin Merkez Bankası, EPDK, BDDK gibi özerk olması gereken tüm kurumların özerkliğini güvence altına almak zorunludur. TÜİK gibi kurumların doğru ve güvenilir bilgi vermesini sağlayarak devlette şeffaflığı tesis etmek şarttır. Devlet İhale Kanunu’nu her türlü kayırma ve yolsuzluktan uzak, gerçek bir rekabet ve yarışmayı sağlayacak şekilde düzenlemek, Sayıştay’ın gerçekten bağımsız denetim yapmasını sağlamak, yolsuzlukla mücadele ve kamu kaynaklarının verimli kullanımı için elzemdir. Stratejik planlamayı sağlayacak kurumların oluşturulması, devlet işleyişinin stratejik akıl ve plan altında verimli olmasını sağlayacaktır.  Kamuda objektif atama kriterlerinin getirilmesi, hak edenin hak ettiği yere geleceği liyakat sisteminin tavizsiz şekilde kurulması, kayırma, nepotizm ve torpilin sona ermesi yönetimde kaliteyi en yüksek noktaya taşıyacaktır.

İşte şimdi altı liderin önündeki bir başka görev; şahıs devleti uygulamalarına son verecek, Devletin kurumsal yapısını yeniden inşa edecek, kurumsal kapasitesini güçlendirilecek, keyfiliğin yerine kurumsallığı koyacak bir kurumsal inşa programı hazırlamaktır.

EKONOMİK SOSYAL İNŞA

Son günlerde Erdoğan’ın sadece bilim dışı “faiz-enflasyon” teorisinin maliyetini dahi anlatmaya gerek yok sanırım. Yolsuzluk, aç gözlülük, kayırma, bilgisizlik, iş bilmezlik, akılsızlık, hırs, şımarıklık, denetimsizlik, danışma ve istişare yoksunluğu vb. birçok nedenle ekonominin bir çöküş yaşadığını görüyoruz. Bu çöküşün maliyeti ise işsizlik, yoksulluk, zam, hayat pahalılığı, enflasyon, haciz ve iflaslar olarak ortaya çıkıyor.

Bu ekonomik çöküşün aynı zamanda büyük bir sosyal çöküşe neden olduğu da bir başka gerçektir. Çöpten yiyecek toplamak zorunda kalan insanlar, yoksulluğun neden olduğu intiharlar, soğuktan donarak ölen insanlar, eğitimden, sağlıktan, barınma hakkından, emeklilik hakkından mahrum milyonlar, madde bağımlıları, şiddet mağdurları, göçmenler ve bunların yarattığı derin sosyal yaralar…

İşte Yarının Türkiye’si bu ekonomik sosyal çöküşü ortadan kaldıracak bütünlüklü bir inşa programı üzerinde şekillenebilir. Ekonomi yönetiminde bilimi referans alan, bilim dışı deneme-yanılma yöntemlerini terk eden, manipülatif veya spekülatif yöntemlere fırsat vermeyen, üretime dayalı zenginleşmeyi teşvik eden, enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksullukla kararlı şekilde mücadele eden bir ekonomik program. Sosyal devleti, sosyal adaletli paylaşımı güvence altına alan, eğitim, sağlık, beslenme, barınma, ısınma gibi en temel ihtiyaçları kamusal bir görev olarak eksiksiz karşılayacak; göçmenler, madde bağımlılığı, kadına şiddet gibi son yıllarda hızla artan sorunları çözmeye odaklı bir sosyal program.

SONUÇ

Ahlatlıbel Buluşması ile başlayan Bilkent Protokolüyle imza aşamasına gelen oluşum büyük umutları tetikledi. Bu umut, çürüyen, çöken demokratik-kurumsal- ekonomik sosyal yapının yeniden inşasına dönük bir programa dönüştüğünde Yarının Türkiye’sini inşa kapasitesine ulaşabilecektir. Üç aşamalı olması gereken bu inşa sürecinin birinci aşaması “Demokratik İnşa Programı” Bilkent Protokolü ile imza altına alınmış oldu. Şimdi bunu “Kurumsal İnşa Programı” ve ardından “Ekonomik Sosyal İnşa Programı” ile tamamlama zamanı. Yarının Türkiye’sini inşa ancak böyle kapsayıcı bir programın ürünü olabilir düşüncesindeyiz. Umutla bekliyoruz.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir