Siyasal Paradigmalar
Oya Abacı Sanat bir toplumun tanımlanmasında, o toplumun diğer toplumlardan farkını ortaya koyan ayırıcı özelliklerden birisidir. Sanat insanın fiziksel evrimini tamamladıktan sonra topluluklar halinde... Sanatla Yaşamak, Sanatı Anlamak İçin Sanat Eğitimi
Gönderiyi Paylaşın

Oya Abacı
Dr. Öğretim Üyesi
Marmara Üniversitesi

 

Sanat bir toplumun tanımlanmasında, o toplumun diğer toplumlardan farkını ortaya koyan ayırıcı özelliklerden birisidir. Sanat insanın fiziksel evrimini tamamladıktan sonra topluluklar halinde bir arada yaşama pratikleri oluşturmaları yani kültürel evrim sürecinde geliştirip günümüze dek getirdiği insana ait bir edimdir. Sanat insanlıkla yaşıttır. İnsanın duygu ve düşüncelerinin, durumların, olayların deneyimlerinden yararlanarak, türlü yol, yöntem ve tekniklerle ortaya koyduğu, görünür kıldığı, düşüncelerini birbirine aktarma, toplumda etkileşim yaratma becerilerinin bir parçasıdır. İnsan olmadan, insanın yaratıcı düşüncesi olmadan sanat olmaz. Doğanın doğal döngüsüyle ortaya çıkan şeyler, örneğin güzel bir günbatımı, örümceğin ördüğü kusursuz ağ, mağaralardaki sarkıt dikitler, mercanlar bizleri ne kadar heyecanlandırsalar da, hayrete düşürseler, duygulandırsalar da insan düşüncesinin yaratıcı dahli olmadığı için sanat sayılmazlar.  Bunlara güzel olarak algılanan canlılar, hayvan ve bitkilerde girer. Çünkü sanatın asıl özelliği, belirli bir nesne üretmeyi amaçlayan ve bir tasarım ya da kurmaca sonunda ortaya çıkan bir etkinlik olmasıdır, insanın yaratıcı gücüne bağlı bulunmasıdır.

İnsan düşündükçe tarihin her evresinde, dünyanın her coğrafyasında sanat var olmuştur. Tanilli’ye (1981) göre sanat, bir toplumun iktisadi yapısı olan üretim biçimi ve ilişkilerinin belirlediği değerler sisteminin görünen yanıdır. Üretim ilişkileri, yönetim şekli, inançları kısacası yaşam biçimini belirleyen kültürel öğeler o uygarlığın sanatını da biçimlendirmiş, toplumun bütün bu özellikleri, sanatla somutlaşmıştır.

İnsanoğlu gereksinim duyduğu nesneleri kullanımlarına göre şekillendirmekle kalmamış, onları hoşlarına gidecek renk ve desenlerle süsleyerek yaşamlarını keyiflendirmiştir. Her bireyin ve toplumun güzellik algısını ürettikleri nesnelere bakarak anlayabiliriz. Estetik insanın yaşamda güzeli arama, güzele ulaşma isteğinin sonucudur. Güzel olan sanat nesnesinin güzelliğidir ki bu da insan tarafından ortaya konulmuş, geliştirilmiş bir süreci işaret eder. Estetik önceleri duyumlarla algılanan ve insanda hoş duygular yaratan bir duyu alanıyken, günümüzde bireyin sorgulama becerileriyle akıl yürüttüğü eleştirel bağlamda değerlendirme alanına evrilmiştir.

Geçmişten bugüne insanoğlunun ürettiği sanat formlarına baktığımızda insanın yaratıcı yanını da görmekteyiz. Sanat insanın yaratıcı düşüncesi ve algılama deneyimleri üzerine kuruludur. Yaratıcılık sanatın olmazsa olmaz özelliğidir. Sanatta yaratıcılık denilince bireyin sanat oluşturma sürecindeki yaratıcı düşünme ve yaratıcı ifade etme yolları akla gelmelidir. Yani yaratıcılık bireyin düşüncesi ile ilgilidir. İnsanın akıcı düşünmesi, olanaklar, fikirler ya da sonuçlar niceliği üretir. Esnek düşünme, bakış açılarında bir çeşitlilik geliştirme yeteneğidir. Özgün düşünme alışılmadık, benzersiz ya da yüksek derecede kişiselleşmiş yanıtlar ya da fikirler üretme yeteneğidir. Sanat bu düşünsel becerilere sahip insanın kültürel alanının parçasıdır.

SANAT OKURYAZARLIĞI

Görüldüğü gibi sanat insanoğlunun uygarlaşma tarihinde toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzde hemen herkes sanatın bir yanına tutunmuştur, kimi sanatı üreten, kimi de okuyan, izleyen, dinleyen yanındadır. Sanat eserinin günümüzde kabul gören, duyularımızla fark edebildiğimiz bir gerçekliği vardır. Bu sanat eserinin reel (nesnel) varlığıdır. Heykeli, resmi görebilir, müziği işitebilir, romanı kitap olarak elimize alabiliriz. Bir resmin renklerini tanır, konusunu biliriz, ışık-gölge düzenlemesini, perspektifini görürüz. Keza okuduğumuz romanın, izlediğimiz filmin konusunu ve karakterlerin neler yaptığını okuyarak, izleyerek anlarız.  Ancak bir sanat eseri yalnızca reel varlığıyla değil, okuyan, izleyen, dinleyen bireyin keşfedeceği anlam varlıklarıyla sanat eseri (estetik nesne)  olma özelliği taşır. Anlam varlığı sanat yapıtının ifade etmek istediği şeydir. Anlam varlığı çok katmanlıdır ve kişiyi psikolojik, sosyolojik, felsefi, kültürel, tarihsel, çıkarımlara vardırır. Zira bir sanat eseri (estetik nesne) anlam varlığının bir duyusal-reel varlıkta görünüşe çıkması dışlaşmasıdır. Sanat eseri anlam katmanları ile nesnellik arasındaki şeffaf, geçirgen ilişkiye dayanır. Bir sanat eseri karşısında estetik tavır almak da bu iki varlık arasındaki geçirgen ilgisinin kavranması anlamına gelir. Nesnenin görünen yanını her yaştaki, her kültürdeki, her eğitimdeki insanlar görür. Ancak görüntünün altındaki anlamlara ulaşmak için soyut düşünme becerisine, felsefi, bilimsel ve kültürel düşünme, hissetme, dünya görüşü, bilgi ve eğitime ihtiyaç vardır.

Belli bir tarihsel dönem içinde meydana gelen bir sanat yapıtı, o dönemin tüm düşünme, duyma ve yaşam biçimlerini de gösterir. Sanat eserinde örüntüleri fark edebilmek, benzerleriyle ilgi kurabilmek, farklı kültürler bağlamında değerlendirebilmek, toplumsal olgularla bağlamsal bir fonksiyonunu keşfedebilmek, anlam katmanlarına ulaşabilmek,  sanat okuryazarlığı olarak tanımlanır. Sanat eserini bu bağlamlarda değerlendirebilen kişilere alımlayıcı (estetik özne) denir. Sanatı üretmek kadar sanatı değerlendirmek, yorumlamak, anlamak ve anlamlandırmak kültürel birikim ve eğitim gerektirir. Okuyan, çevresindeki ve dünyadaki olan biten her şeyi takip eden ve bütün boyutlarıyla düşünüp yorumlayabilen,  evrensel değerlere sahip, insanlığın geçirdiği uygarlık sürecine hakim, kendi çağını bu sürecin bir parçası olarak değerlendiren, tarih ve sanat arasındaki ilişkiyi kurabilen, araştırma ve inceleme yapabilen, farklı deneyimler yaşamaktan kaçınmayan, çok boyutlu düşünebilen, bulgularını kendi deneyimleri ile birleştirip yorumlayan özgün ve özgür düşünebilen yaratıcı kişiliğe sahip alımlayıcılar sanat okuryazarı niteliğine de sahiptirler. Gündelik bilinçle sanat eserini kavramak olanaksızdır.

Bu noktada eğitim sistemi içinde yer alan sanat eğitiminin önemi üzerinde durmak yerinde olur.

SANAT EĞİTİMİ

Edebiyat, müzik eğitimi ve görsel sanatlar eğitimi alanlarında verilen sanat bilgi ve kültürü, eğitim sistemimizin önemli parçasıdır. Bu yazıda görsel sanatlar eğitimi üzerine odaklanılacaktır ve sanat eğitimi görsel sanatlar dersi olarak ifade edilecektir.

Eğitim sisteminde sanat eğitimi dersleri, plastik sanatların tüm alanlarını ve biçimlerini içine alır.  Bireye çevresine ve olaylara estetik duyarlılıkla yaklaşabilme, yaratıcı ve eleştirel düşünebilme, düşüncelerini özgün bir dille aktarabilme becerisi kazandırır, insanın duygu ve düşüncelerini değişik malzeme ve davranışlarla ortaya koyma yöntemlerini öğretir.

Görsel sanat eğitimi, örgün eğitim içinde bütünleştirici bir rol de üstlenir. Görsel sanat eğitimi ile birey görmeyi, gördüğünü algılamayı, yorumlamayı ve öğrendiklerini yaşam boyutuna taşımayı öğrenir.

İnsanların sanatla tanışması onlara sağlanan olanaklarla ve aldıkları sanat eğitimi ile birebir ilgilidir. Eğitimin de ancak çocukların gelişim özelliklerine paralel olarak günümüz düşünce anlayışına göre hazırlanmış programlarla yapılabileceği bir gerçektir.  Çocuklar yaşlara göre farklı gelişimsel özellikler gösterdiği gibi, aynı yaşta olup da, farklı düşünebilen, düşüncelerini farklı ifade edebilen çocukların olması, sanat eğitiminin değişkenlere ayak uydurabilecek programlara sahip olmasını gerektirir. Sanat eğitiminin mantığı hem çağına hem de kişiye özgü olmalıdır.

Yaşlarına uygun eğitim

Çocukların gelişimleri, bulundukları yaşların özellikleri sanat eğitimi programının çerçevesini oluşturur. Doğru sanat eğitimi programı çocukların bilişsel ve fiziksel gelişimleri, öğrenme ve anlama, anlamlandırma durumları dikkate alınarak planlanır.

Okulöncesi çocukları ve sanat eğitimi 

Bilinçsiz karalamalarla başlayarak dört yaşlarında basit çizgileri anlamı belli olan şekillere dönüştüren çocuk sanatla tanışmaya başlamıştır. Ancak belirli bir renk seçimleri yoktur. Sevdikleri istedikleri renkleri kullanırlar. Bu yaşlarda çocukların çizdiklerine baktığımızda kullandıkları renklerin nesnelerin gerçek renklerinden uzak olduğunu görürüz. Genellikle ana renkleri kullanmayı tercih ederler. Bu yaşlarda çocuklar kalem ya da fırçayı yetişkinler gibi tutabilirler. Büyük dikkat ve titizlikle çalışırlar. Çocukların bu dönemi bol bol çizerek, boyayarak özgürce çalışarak geçirmelerini sağlamak gerekir. Çocuğun bu dönemlerinde onlara nesneler hakkında gerçekçi bilgiler vermekten kaçınmak gerekir. Örneğin ağacın, evin, insan ve hayvanların gerçek formlarını belirten bilgileri öğretmeye çalışmak onları çizme eyleminden soğutabilir. Bu dönemde çocuklara sert ve yumuşak uçlu birkaç değişik renk seçeneği bulunan kalemlerle, farklı zemin malzemelerin üzerine çalışmalar yaptırılabilir. Zemin olarak kullanabileceğimiz malzemeler beyaz resim kâğıtları, renkli fon kartonları, olabilir. Her zemin malzemesi üzerinde çocuklar farklı sertlikteki ve kalınlıktaki boya kalemleri ile farklı tatlar keşfedecektir. Bu da onların daha hevesle çalışmalarını sağlayacaktır. Ayrıca yoğurma maddeleri ile çalışmak onlar için oldukça eğlencelidir ve el kaslarını geliştiricidir.

Çocuklar altı – yedi yaşına ulaştıklarında dış dünya ile kurdukları ilişki zenginliğinin çizgilerine de yansıdığı izlenebilir. Bu dönemde çocuklar canlandırmak istedikleri nesne ya da kavramla düşünceleri arasında ilişki kurma kaygısı yaşadıklarından dolayı kendilerine özgü biçimler (bir insan tipi, bir ağaç tipi, bir kedi tipi) yaratmaya başlarlar. Bunlar ilk benzetme çabalarıdır. Resimlerinde ayrıntı artmıştır. Önem verdikleri kişiler ya da nesneler, gerçekte ne olursa olsun her zaman büyük çizilir. Bu yaşlarda çok rastlanan tipik bir özellikte röntgen (saydam) resimdir. Örneğin, bir evin içinin, duvarlar yokmuş gibi çizilmesi ya da hamile kadının karnındaki bebeğin görülmesi gibi. Mekân algısı 5 yaştan itibaren gelişmiş olsa da resimlerinde “yer” ancak bir çizgidir.  Her şey bu çizginin üzerine sıralanmıştır. Çocukların resimlerinde derinlik yoktur, kullandıkları figür ve nesneler hacimden yoksundur. Ancak 5-6 yaşlarında doğanın, nesnelerin gerçek yaşamdaki renklerini kullanmaya başladıkları görülür.

Özellikle Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında çocuklar aldıkları sanat eğitimiyle görsel olgunluğa ulaşırlar, görsel bellekleri gelişir, farklılıkların ve benzerliklerin ayrımına varırlar, renkleri, biçimleri ve dokuları tanırlar, oranlar arasında ilişki kurmayı, yaptıklarıyla gerçek yaşam arasında bağlantı kurmayı öğrenirler. Beyin-el-göz koordinasyonları gelişir, alet kullanmayı deneyimlerler. Malzemeyle tanışırlar ve malzemeyi hangi amaçla kullanmaları gerektiğini öğrenirler, giderek malzemeye belli anlamlar yüklemeyi, yaptıklarıyla düşünsel boyutta kendini ifade etmeyi geliştirirler, kendi yapabilirliklerini tanımaya başlarlar, yaratıcı düşünmeyi ve davranmayı öğrenirler. Yaratıcı düşünme ve davranma çocukların doğasında vardır. Hayal ederler, istedikleri gibi çizer ve renklendirirler. Gerçeğe bağlı kalmalarını istemek yaratıcılıklarına ket vurmakla eş anlamlıdır.

İlkokul çocukları ve sanat eğitimi

Yoğun sanatsal etkinliklerin yaşandığı okul öncesi eğitimde çocuk için yaşantının bir parçası olan sanat, okulla birlikte ders boyutuna indirgenmiş olur. Çocukların ifade etme aracının görsellikten yazıya kaymasıyla çocukların gündeminden uzaklaşabilir. Yedi yaşından itibaren özellikle çocukların gerçeği aradığı ve gözün gördüğü gerçekliği resimlerine yansıtmak istedikleri görülür. Ancak yeterli derecede gelişmemiş küçük kaslarından (el, bilek,  parmak gibi) dolayı gördüklerini aynen yansıtmak konusunda doğal olarak başarı sağlayamazlar.

7-9 yaşları arasındaki çocuk artık farklı boyuttaki nesneler arasındaki ilişkiyi doğru vermeye çabalar. Geometrik formlardan yararlanarak oluşturduğu figürlerine, gördüğünü görselleştirmenin yanı sıra, düşündüklerini de ekler. Somut düşündükleri için imgelerle düşünmek yerine gerçeğe yönelir. Nesnelerin biçimleri ile gerçek renklerine sadık kalmaya özen gösterir. Betimledikleri dünyanın gerçekliğine körü körüne bağlı oldukları dönem 9 yaşından 12 yaşına dek uzun bir süredir. Somut düşünen çocukların bu özelliğini kullanmak gerekir. Çevresini, doğayı, insan ilişkilerini gözlemlemesi istenir. Örneğin her ağacın farklı boyu, farklı gövde kalınlığı, yapraklarının farklı yeşil renkleri olduğunu, bulutların her mevsim aynı renkte olmadığını vb. gözlemleyebilirler. Sanatın tarihinin klasik resim yapan sanatçılarının resimleri incelenebilir ve fotoğrafın olmadığı yıllarda neden gerçekçi resim yapıldığı tartışılabilir.

İlkokulda sanattan diğer öğrenme alanlarında da yararlanılabilir. Sanatın eğitimde kullanılması, sanatla eğitim sayesinde öğrenciler öğrenme sürecine doğrudan katılarak, öğrenilen ve öğrenecekleri bilgiyi işleyebilirler. Öğrenilen bilgiyi bellekte saklamak yerine onları yeniden üreterek ve kullanarak netleştirmek, değiştirmek, geliştirmek ve kişiselleştirmek yoluyla yeniden üretme yolu bulurlar.

Ortaokul çocukları ve sanat eğitimi

Çocukların perspektifi anlamaları, mekânı boyut olarak algılamaları ile başlar. Mekân artık yer ve gök çizgisi değil, nesne ve figürlerin içinde bulundukları farklı bir boyuttur. Bu boyutta, yükseklik, derinlik, uzaklık, kısalık, öndelik gibi ilişkiler vardır. On iki yaşlarında artık çocuk İki boyutlu yüzeyde (kâğıt üstünde) mekânın üç boyutlu yönünü, uzak yakın ilişkileri, nesnelerin boşluk içindeki yerlerini gerçeğe uygun olarak gösterebilmeye başlar. On iki yaşından sonra ise gerçeği olduğu gibi taklit edebilme yetileri,  nesne ve figürlerin kendi içindeki orantıları, bunların birbirleriyle ve mekân ile orantılarını gerçeğe uygun biçimde yapabildikleri görülür. Malzemenin ve resim tekniklerinin kurallarını öğrenir, estetik bilgisi artar. Yaratıcılıklarının yok olmaya yüz tuttuğu, gerçeğe körü körüne sadık oldukları bu dönemde onların özellikle düş dünyasını canlı tutacak, imgelemlerini kullanabilecekleri bir eğitim yöntemi uygulamak yerinde olur. Örneğin malzemenin öne çıktığı, farklı materyallerin bir arada kullanıldığı üç boyutlu tasarımlarla bu alandaki yaratıcılıklarını körüklemek gerekir. Bilinçli olarak orantılar üzerinde oynayarak değişik düzenlemeler tasarlayarak yaratıcı düşüncelerini ortaya koymalarına olanak yaratılmalıdır. Çocukların malzeme ve resim tekniklerini (boya, kolaj, baskı, üç boyut) tanıyabilmeleri ve kullanacakları malzemeyi bilinçli olarak seçebilecekleri bir eğitim uygulanmalıdır.  Bu deneyimler sırasında çocukta eleştirel düşünme becerisi gelişir, bilgiyi zihinde sorgular, kendi mantık süzgecinden geçirir, ölçütler belirler, ölçütler açısından değerlendirme yapabilir.

Lise çağı çocukları ve sanat eğitimi

Gençler artık sanatın temel kurallarını, sanat tarihini rahatlıkla öğrenebilirler. Konuları ya da kavramları birçok boyutuyla değerlendirip eleştirel düşünebilirler. Gerçeği taklit etme becerileri oluştu diye, gördüklerini olduğu gibi yansıtmalarını istemek yaratıcı beyinlere haksızlık olur. Bilgi birikimlerini kullanabilecekleri soyut kavramları irdelemeleri ve nesneler aracılığıyla bunları yorumlayacakları projeler tasarlatmak yerinde olacaktır. Projelerde sanatın her alanından yararlanılır. Bireyin kendi yorumunu ortaya koyacağı ve düşüncesini savunacağı tasarımlar da malzeme ve yöntem sınırlandırması olmamalıdır.

Çocuk artık somut düşünme evresinden soyut düşünme evresine geçtiğinden kaybettiği imgelerle düşünme yeteneğini yeniden kazanmaya başlar. Çocuklar artık çizgilerin özgünleştiği ve düşüncenin ifade biçimi olarak geri geldiği bir döneme doğru gidiyordur. Yaratıcılık bu yaştaki çocuklarda yeniden kazanılmıştır. Bu eleştirel düşüncenin getirdiği bilinçli bir yaratıcılık olduğundan, tasarımlarında farklı renk düzenlemelerini deneyip uygulayabilirler. Özgünleştirme diyeceğimiz yeni fikirlere açık olmayı, alışılmışın dışında birleşimler yapabilmeyi, bilinen nesnelere farklı işlevler katabilmeyi deneyimleyebilirler.  Hayal kurabilmek çok önemlidir. Kurulan hayallerde gelişen düşünceler önce zihinde görselleşmeye başlar, yaşam içinde başka deneyimlerle kazanılan depolanmış birikimler çağrışımlar yoluyla birleşerek yorum olarak davranış, sözel ya da görsel ifade olarak dışa aktarılır.

Özellikle sanatın diğer alanlarıyla ilişki kurmaları istenir. Sergi ve müze gezileri, tiyatro izlenceleri, roman, şiir okumaları ve bütün bu birikimlerin ifade aracı olarak kullanacakları projeler sanat eğitimi programının parçası olmalı.

Eğitimin her kademesinde sanat eğitiminden yararlanan yetişkin bireylerin sanatı yaşantının bir parçası olarak içselleştirmesi kaçınılmaz. Yeter ki eğitim sanatla beraber olsun.

Tanilli, S. (1981), Uygarlık Tarihi. İstanbul: Alkım Yayınevi.

 

Gazete Tebeşir

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir