Siyasal Paradigmalar
Ahmet Akın Dünyada klasik kalkınma kavramı, doğal kaynakların tükenmesi, nüfusun artması, iklim değişikliği ve çevre sorunları ile de birleşerek yerini “kapsayıcı-sürdürülebilir ve sosyal kalkınmaya” bırakmıştır.... Enerji Politikaları ve Yeşil Dönüşüm
Gönderiyi Paylaşın

Ahmet Akın
CHP  Enerji ve Alt Yapı Projelerinden Sorumlu
Genel Başkan Yardımcısı
27. Dönem Milletvekili

 

DÜNYA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ DİKKATE ALARAK DÖNÜŞMEK ZORUNDA

Dünyada klasik kalkınma kavramı, doğal kaynakların tükenmesi, nüfusun artması, iklim değişikliği ve çevre sorunları ile de birleşerek yerini “kapsayıcı-sürdürülebilir ve sosyal kalkınmaya” bırakmıştır. İklim değişikliği, hızlı sanayileşme ve fosil bazlı yakıtların yoğun kullanılması sonucu atmosferdeki sera gazlarının artışından kaynaklanmakta olup, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için aşılması gereken bir zorluktur. Özetle, iklim değişikliği sadece bir çevre sorunu değil; ciddi anlamda bir kalkınma ve güvenlik problemi olarak kabul edilmektedir. Yeşil Ekonomi artık dünyada dijitalleşme ile birlikte yeni küresel trend haline gelmiştir.

TÜRKİYE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN EN ÇOK ETKİLENECEK ÜLKELER ARASINDA YER ALIYOR

Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli tarafından yayınlanan son İklim Raporu’na göre, Türkiye,  içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, Avrupa’da iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden biridir. Dolayısıyla acil olarak sera gazı salımları azaltılmalı ve iklim istikrarının sağlanabilmesi için mevcut politikaların iklim değişikliği mücadele planları ile uyumlu hale gelmesi gerekmektedir.

2021 yılında ülkemizde çıkan orman yangınları ile iklim değişikliği arasında bire bir ilişki bulunmaktadır. Türkiye’de 2021 yılında iklim değişikliği kapsamında Doğu Karadeniz’de yaşanılan seller, deniz salyası: müsilaj sorunu, kuraklık ve yaşanılan yangınlar AKP Hükümetinin 20 yıldır Türkiye’yi iklim değişikliği gerçeğinin uzağında yönetmesinin bir göstergesidir. Doğa affetmiyor. İklim değişikliğini dikkate almayan HES projeleri, inşaat ve madencilik projeleri doğayı tahrip ediyor, felakete dönüşüyor.

PARİS İKLİM ANLAŞMASI VE TÜRKİYE

2015 yılında Fransa’nın Paris kentinde gerçekleşen Paris Zirvesi sonucunda Paris Anlaşması kabul edilmiş, bütün dünyayı ilgilendiren önemli kararlar çıkmıştır. Anlaşma, 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir.

Ülkemiz de Paris Anlaşması’nı, 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen İmza Töreni’nde 175 ülke ile birlikte imzalamıştır.  Ancak anlaşmayı onaylamak için tam 5 yıl beklemiştir. Anlamlı bir gerekçe olmadan İktidarın vizyonsuzluğu ile 5 yıl kaybedilmiştir.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN TÜRKİYE’DE SORUMLU

Türkiye iklim değişikliğinden kendini sorumlu hissetmiyor gibi, ancak gerçekler farklıdır. Türkiye’nin kişi başına sera gazı emisyonun artış hızında dünyanın en başta gelen ülkeleri arasında olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kişi başına sera gazı emisyonu 1990’da 3.82 ton/kişi düzeyinde iken 2018’de ise 6.10 ton/kişi oranına yükselmiştir.  Bu yaklaşık iki misli artış anlamına geliyor. 2019 küresel emisyon paylarını değerlendirildiğinde Türkiye’nin küresel emisyonlar içindeki payı yüzde 1,12; yani yüzde 1’in biraz üzerindedir. Bu oran ile dünya sıralamasında Türkiye 15’inci durumdadır.

TÜRKİYE’NİN NET KARBON SIFIR KARNESİ NASIL

  1. Ülkelerin “Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanlarını” oluşturması ve bu beyana göre 2050 yılına göre ülke ekonomisini “karbon net sıfır” düzeyine nasıl taşıyacağının beyanı şeklinde olması gerekiyor.

Türkiye’nin 2015 yılında Paris İklim Zirvesine sunduğu “Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı” çok yetersiz bulunmuştur. Öncelikle anlamlı şekilde bu beyanın güncellenmesi ve azaltım stratejisinin oluşturulması gerekiyor. 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği de “Türkiye’den tutarlı emisyon azaltım yol haritası” bekliyoruz açıklaması yapmıştır. 

  1. Netkarbon sıfır olacağımızı kanuni şarta bağlamamız gerekiyor. İklim yasası hazırlanmasına ve  bunun parlemontoda onaylanmasına gerek var. Dünyada Almanya, Avrupa Birliği, Japonya, İngiltere, Fransa, Macaristan, Kanada 2050 yılında net karbon sıfır olacağını kanunlaştırmıştır. Hatta, İsveç 2045 yılında karbon net sıfır olacak şeklinde kanun yapmıştır. Türkiye’de iklim ile ilgili bir kanun bulunmamaktadır.
  2. Daha sonrada 2050 Net Karbon Sıfır hedefine odaklanması, iklim kanunu çerçevesinde sanayi, ulaştırma, tarım, enerji, ticaret gibi her alanda dönüşüm yapması gerekmektedir. Bu iş söylemle değil eylemle olmalıdır.

Önümüzdeki birkaç yıl çok kritiktir ve Türkiye’nin 2030’a kadar emisyonları yüzde 55 azaltması gerekiyorsa bugün harekete harakete geçmesi gerekmektedir. 55’e Uyum paketi, Avrupa’nın üzerinde çalıştığı bu kilit öneme sahip bir paket. Avrupa bu paket ile karbon salımları fiyatlandırılacak ve salımların azaltılması için çekici teşvikler sağlayacaktır.  Bu kapsamda AB’nin sanayi, tarım, enerji ve tüketici davranışlarını dönüştürmek amacıyla iklim değişikliği ve çevre kirliliği sorunlarıyla mücadele doğrultusunda bütüncül yeni bir strateji izlemeye hazırlanmaktadır.

Karbon Net Sıfır için her ülkenin çözümü farklı olmalıdır, biz bu sebeple terzi usulü bir yol haritasına ihtiyacımız var diyoruz.

Karbon Net Sıfır Yol haritası her ülkenin mevcut karbon yoğunluğuna, enerji üretimindeki fosil yakıt oranına ve sanayisindeki enerji ve karbon yoğunluğu dikkate alınarak yapılmalıdır. Türkiye kişi başı emisyonlar açısından ciddi derecede yüksek değil, ancak bizim sanayimiz, ekonomimiz ile kirletici faktörler arasındaki ilişki çok yüksek… Türkiye gibi bir kalkınma gereksinimi olan bir ülkeden beklenenle, İngiltere, Kanada veya Almanya gibi kalkınmasını tamamlamış ülkelerden beklenenler aynı değil. Bizim ülke olarak Karbon net sıfır yolunda mevcut sanayimizi mevcut ekonomimizi fosil ağırlıklı enerjiden nasıl arındıracağımız çok önemli. Öyle bir kalkınma modeli uygulanmalı ki, kalkınırken hem enerji yoğunluğu azalmalı hem fosil yakıtlardan enerji üretimi ve tüketimi azalmalıdır.

Türkiye, 16 Temmuz 2021 tarihinde Resmi Gazete’de Yeşil Mutabakat Eylem Planı hazırlıkları konusunda bir genelge yayımlamıştır. Hükümet konuyu sadece AB ile ticaret olarak görüyor olmalı ki, Yeşil Mutabakat Eylem Planının hazırlanması ve uygulanması konusundaki koordinasyon rolünü de Ticaret Bakanlığına verilmiştir. Bu dökümanda karbon net sıfır konusunun en önemli mihenk taşı olan ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ konusunda bir açıklama yoktur, Türkiye’nin nasıl karbon net sıfır olacağına dair yol haritası yoktur, planı yok, program yoktur, konu söylemden ibarettir. Söylemlerle iklim değişikliği yönetilemez.

Enerji Bakanlığı ise 2021 sonunda “Enerji Dönüşüm Dairesi Başkanlığı” kuruyor. Enerji dönüşümünün iklim değişikliği kapsamında yapılması, başta kömür olmak üzere fosilden çıkış eylem planlarına dayanmasına gerek vardır, Enerji Bakanlığı eyleme geçmek yerine daire başkanlığı kurarak çözüm arıyor. Ayrıca, ülkenin iklim değişikliği ve yeşil mutabakat ile uyumlu enerji arz güvenliğini de dikkate alan Enerji Dönüşümü Modellemesine ihtiyaç bulunmakta iken, Enerji Bakanlığı sadece arz güvenliği konusuna odaklanmış. Demekki 20 yıllık iktidarlarında bırakınız enerji sektörünün Paris İklim Anlaşması ile uyumlu hale gelmesini, enerjide arz güvenliğini sağlamaktan acizler..

YEŞİL MUTABAKAT VE KARBON NET SIFIR ACİL ELE ALINMALI

15 Mart 2022 tarihinden itibaren KARBON NET SIFIR çok kritik bir unsur oldu. İhracatımızın önemli kısmını Avrupa’ya yapıyoruz, Avrupa Konseyi tarafından 15 Mart 2022 günü yapılan açıklamaya göre Karbon Sınırı Düzenleme Mekanizması (KSDM) ilk olarak 1 Ocak 2023’ten itibaren çimento, alüminyum, gübre, elektrik enerjisi üretimi ile demir ve çelik alanındaki ürünlerinin ithalatında uygulayacağını ilan etti. Uygulama kapsamında birlik ülkelerine ihracat yapmak isteyen üreticilerin kendi ülkelerindeki ve varsa üçüncü ülkelerde yaptıkları üretim bilgilerini kapsayan merkezi bir veri tabanı kurulacak. Gerekli adımlar ivedi olarak atılamazsa 2023 yılından itibaren Türkiye’nin ihracatı çok etkilenecektir.

Görüldüğü üzere, bizim Avrupa Yeşil Mutabakatı’na gereken uyumu sağlamamız hem AB’ye ihracatımızda rekabetçiliğimizin korunmaya devam etmesi açısından hem de küresel değer zincirlerindeki yerimizin korunması ve geliştirilmesi açısından çok büyük önem taşıyor.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ve KARBON NET SIFIR ARTIK BİR EKONOMİ MODELİDİR

İklim değişikliği artık tüm iş yapış şekillerini yeniden yapılandırıyor ve buradaki baş oyuncu da “enerji”dir.

Enerji sektöründe büyük dönüşüm olacak diyoruz, bunun arkasındaki en önemli gerekçe ise, iklim değişikliği gerçeğidir”. Öyle ki, iklim değişikliğine sebep olan emisyonların yüzde80’i enerji sektörü kaynaklıdır. Dolayısıyla, dünya artık temiz enerjiye geçişi hızlandırmadan iklim konusunun çözülmeyeceğinde mutabıktır.

Paris İklim Anlaşmasının hedeflerine, dünyanın mevcut durum karnesine baktığımızda ise, durum çok iç açıcı değildir:

  • Sanayileşmenin başlamasıyla birlikte dünyada sıcaklık 1,1 C artmış durumdadır.
  • Paris İklim Anlaşmasını onaylayan ülkelerin taahhütleri tutarsa dünyadaki ısı artışı 1,8 C olacaktır.
  • İklim değişikliğindeki amacın ise küresel artışı 1,5 C ile sınırlamak idi.

Bu rakamlar, bizlere küresel ısınmayı 1,5 C derecede tutabilmek için 2030 ve 2050 yılına kadar olan süreçte çok farklı bir enerji dönüşümünü gerçekleştirilmesi gerektiğini net ifade etmektedir.  Eğer bu dönüşüm olmazsa, iklim değişikliği etkilerini daha sık ve yoğun görmeye, yaşamaya başlayacağız.

Küresel sıcaklık artışını 2 C derecenin altında tutmayı ve 1,5 C derecede sınırlandırmayı amaçlayan Paris Anlaşması, bu amaca taraf ülkelerin kendilerinin belirlediği, bağlayıcı olmayan gönüllü azaltım hedefleri ve eylemleri yoluyla ulaşmayı öngörüyor. Anlaşma içinde ülkelerin 2015’te, 2030 için ilan ettikleri katkıları daha yüksek hedeflerle güncellenmeleri gerekiyor.

Konvansiyonel enerji dünyasında neler oluyor? Çok hızlı bir şekilde başta kömür daha sonrada doğalgaz olmak üzere bu iki klasik enerji kaynağının yerini temiz enerji alacak. Fosil yatırımlar, artık yatırımcılar için yüksek çevresel-sosyal ve iklim riski taşıyor olacak, bu yatırımların risk maliyetleri artacak. Ve artık finans sektörü bu yatırım kalemlerini finanse etmeyecek.

Dünyayı 1,5 °C’ye doğru yol aldırmak temiz enerjiye yapılacak yatırımları artıracak, global yatırım projeksiyonları 2030 yılına kadar yıllık 4 trilyon ABD doları yatırım büyüklüğünden bahsediliyor. Nitekim sadece Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde AB Bütçesinden 2030 yılına kadar Yeşil Dönüşüm yatırımları için ayrılması planlanan tutar 1,8 trilyon dolar civarında. ABD’de önemli bir bölümünün doğrudan ya da dolaylı olarak Yeşil Dönüşüm yatırımlarına gitmesi hedeflenen bütçe de trilyon dolarlar mertebesinde. Sözünü ettiğimiz büyüklükler kamu kaynaklarından yapılması planlanan yatırımlar, daha fazlasının özel sektörden geleceğini de dikkate almak gerekir.

2050 Net Karbon Sıfır Ekonomi Modelinde, elektrik kullanımı sadece ısıtma-aydınlatmanın ötesine geçecektir. Ekonominin tüm sektörlerinde elektrifikasyonu göreceğiz. Elektrifikasyon sistem verimliliğini artırmaya olanak verir ve ihtiyaç duyulan elektriğin yenilenebilir kaynaklardan sağlanması koşuluyla enerjiyi son tüketen sektörlerde yenilenebilir enerji payını yükseltir. Otomasyon, ulaştırma ve ağır sanayi sektörlerinde mevcut fosil yakıtlar yerine geçecek. Ez cümle, daha temiz, daha verimli ve karbon emisyonu olmayan elektrik enerjisi konvansiyonel fosil enerjinin yerini alacak. Enerji depolama alanındaki inovasyonlar ve hidrojen teknolojisindeki -özellikle yeşil hidrojen- gelişmeler, elektriğin demir-çelik başta olmak üzere enerji tüketimi yüksek ağır sanayi sektörlerinde kullanımını daha da hızlandıracak. Tüm bunlar bugünkü enerji-sanayii düzleminden çok farklı bir yere evrilileceğini göstermektedir.

Tüm bu değişimlere ayak uyduracak yeni bir enerji ekosisteminin dizayn edilmesi gerekiyor.

Türkiye’yi neler bekliyor?

  • Temiz teknoloji gelişmelerinde, AR-GE ve inovasyon çalışmaları, hidrojen, karbon yakalama ve batarya çalışmalarında artış görülecektir.
  • Enerji verimliliği sanayiiden binalara geniş perspektifte uygulanacak, tasarım-inşaat aşamalarında dikkate alınacaktır.

Diğer yandan özellikle güneş teknolojisindeki hızlı gelişmeler hanehalkı ölçeğinde çatı tipi güneş sistemlerinin hızla fizıbıl hale gelmesinin önünü açıyor. Sanayi, ticaret, kamu binaları dışında müstakil binalardan çok konutlu binalara küçük ölçekli tüketicilerin de aynı zamanda üretici haline geldiği “türetici”lere (prosumer) dayalı iş modellerinin geliştiğini göreceğiz. Söz konusu gelişim artan elektrifikasyonla birlikte elektrik iletim ve dağıtım altyapısında esnekleşme, dijitalleşme ihtiyacını artırırken talep tarafı katılımı gibi iş modeli esnekliklerini de uygulanabilir hale getirilmelidir.

AK İktidarı, 2021 ve 2022 başında yaşanılan enerji arz güvenliği sorunları ve 20 yıl boyunca izledikleri sürdürülebilir olmayan enerji politikaları sonunda, EPDK’nın 10 Mart 2022 tarihli toplantısında “10 kW kadar güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesislerine ilişkin usul ve esaslar revize edilerek, bu kapsam 25 Kw kadar geçerli hale getirilmiştir. Güneş enerjisinde dünyadan bu kadar negatif ayrıldıktan sonra geç bir karardır.

Dünyada yeni bir dünya enerji sistemi kuruluyor, hatta enerji salt bir sektör olmaktan çıkıp başlı başına bir ekonomi haline gelirken enerji tarafında 3 temel kısıtımız var:

  1. İklim değişikliği: Paris İklim Anlaşması gereklilikleri temiz ve karbonsuz enerji sistemini gerektiriyor. Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı konuyu başka bir düzleme taşırken, yaşanılan pandemi sonrasında enerjiye olan talep tek başına enerjinin dünya piyasalarındaki ekonomik dengeleri nasıl değiştirebileceğini gösterdi-hali hazırda da yaşıyoruz.
  2. Arz güvenliğinin sağlanması: Enerjide emre amadeliği 2050 yılında sıfır karbon(net zero olmayı)hedefini de gözeterek sağlamak durumdayız.
  3. Enerjinin maliyeti: Ekonomik maliyetli, ulaşılabilir, rekabet üstünlüğü yaratabilecek, esnek bir enerji ekonomisinin yaratılabilmesi

Ülkemizde izlenilen enerji politikalarını yukarıdaki üç başlıkta da değerlendirdiğimizde geldiğimiz nokta yeterli değildir.

İşte bu 3 dinamik ekseninde de baktığımızda, karbon net sıfır enerji dönüşümünü gerçekleştirmek için güneş enerjisi bize müthiş bir fırsat sunuyor. Ülke olarak güvenilir ve ekonomik bir enerji tedarik altyapısını sağlayabilmek ve tam entegre- dijitalize bir enerji piyasası kurgulayabilmek özel ve kritik önem arz etmektedir.

Ülkemizin güneş enerjisi potansiyelini iyi değerlendirebiliyor muyuz, maalesef hayır. İktidarın enerji konusundaki tercihi, desteği yıllardır fosil yakıtlar yana olmuştur. Güneş teknolojilerine daha çok yatırım yaparak, güneş enerjisini destekleyerek, önceliklendirerek ve hatta teşvik ederek, ülkemizin zamanında kaçırdığı sanayide teknolojik üstünlük rüzgarını güneş enerjisi özelinde yakalayabiliriz. Bu gerçekten mümkün. Güneş teknolojisini henüz gelişmeye devam ediyor ve bu alanda Türkiye pozitif anlamda farklı bir konuma ulaşabilirdi, ancak olamadı.

EPDK resmi verileri ile Kasım 2021 itibari ile Türkiye kurulu gücü 99.050 MW, bunun sadece 7.659 MW güneştir. Bu gelişmenin önemli kısmı son 5 yılda gerçekleşmiştir. 2016 yılında 833 MW olan kurulu güç, 5 yılda 7.700 MW’lar mertebesine ulaşmıştır. Güneş yatırımlarının desteklenmesi, önceliklendirilmesinde İktidar sınıfta kalmıştır. Halbuki bu konuya duyarlı, bu alana yatırım yapmak isteyen maliyetlerinin teknolojik gelişmelere paralel düşmesi burada en önemli unsur olmuştur. Onca yatırımcı olmasına rağmen yönetimin tercihi fosil bazlı santraller olmuştur.

Dünya güneş sektörüyle aramızda uçurumlar var!

Dünyada bu rakamlar çok farklı noktalarda, Almanya mevcutta 50.000 MW olan kurulu gücünü 2030 yılında 2 kat artırarak 150.000 MW çıkarmayı hedeflemektedir. Çin, son 20 yılda 253.000 MW kurulu güce ulaşırken, Longi, Trinasolar ve Suntech gibi bu alanda üretim yapan küresel güneş enerjisi tedarik zincirinin yüzde60’ından fazlasını kontrol eden dev firmaları ile global lider konumuna geçmiştir. Ve Çin’in 2030 hedefleri arasında bu kurulu gücünü 2 katın üzerinde artırma hedefi olduğunu da belirtmek isterim.

2050 net sıfır hedefine ulaşabilmek için Türkiye’nin öncelikle güneş odaklı bir enerji dönüşüm yol haritasına ihtiyaç vardır. Türkiye şu anda en az 20 bin MW güneş enerjisi üretimine ulaşmış olmalıydı. Türkiye’nin güneş enerjisini yeni bir ekonomik büyüme ve kalkınma aracı olarak görmeye ihtiyacı var. Türkiye’de güneş potansiyelinin sadece yüzde 3’ünü kullanmaktadır. Güneşi sadece özel yatırım alanlarında değil, iş, konut, kamu çatılarında kullanılmalıdır. Güneş enerjisini uygulamada model değişikliğine ihtiyaç bulunmaktadır.

İklim değişikliği yönetiminde, temiz ve yeşil enerji dönüşümünde başarılı olabilmek için uluslararası yatırım ve uluslararası finansta da başarılı olunmaladır.

Hem ülkenin kalkınması için sıfır karbon emisyonlu enerji ihtiyacı sağlanırken, aynı zamanda buradan bir sanayi kolu yaratmak, ihracat kalemi oluşturmak mümkün.

Tüketicilerin de üretici haline geldiği yeni uygulamaları, iş modellerini göreceğiz. Bu gelişmeler daha ileri değişimlerinde olmasını tetikleyecektir, elektrifikasyonla birlikte elektrik iletim ve dağıtım altyapısında esnekleşme ve yoğun dijitalleşme gibi.

Güneş enerjisi Türkiye için başka bir özel ve katma değerli anlam da içeriyor: Biz ülke olarak termik, hidroelektrik, rüzgar ve hatta jeotermaldeki teknoloji geliştirme fırsatını maalesef kaçırmış bir ülkeyiz. Ancak güneşte bu fırsatı hala yakalayabiliriz.

Güneş enerjisi en ucuz yatırım maliyetli enerji. Yatırım maliyeti birçok pazarda en ucuz enerji. Yatırım maliyeti düşük olduğu için tüketici tarafında da enerji harcamalarının düşürecek ve emisyonları azaltacak en verimli, en rasyonel seçenek. Bunu rüzgar yatırımları takip ediyor.

Güneşten hem enerji ihtiyacımızı karşılarken, bu alana yapacağımız teknoloji yatırımları, AR-GE çalışmaları ile Türkiye güneş konusunda bir teknoloji üssü olabilir. Bu ilerlemeyi sağlayacak genç ve iyi eğitimli iş gücümüzün olması da çok büyük bir fırsat. Dolayısıyla bu konunun ihracatını da yapabilmek ülkemizin katma değerli, yüksek faktör verimli kalkınmasına da destek olacaktır. Bunun sosyal getirisi ise nitelikli istihdam yaratılması olacaktır.

Elektrik sisteminde üretimle ısıtma ve ulaştırma sektörlerinin elektrifikasyon yoluyla eşleştirilmesi, 2030 yılında Türkiye’nin toplam elektrik üretiminde rüzgâr ve güneş enerjisi payını yüzde 30 seviyelerine getirerek, elektrik sisteminin daha güçlü, güvenilir ve esnek bir hale getirilmesini sağlayabilir.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ELEKTRİK ÜRETİMİNE ETKİLERİ GÖRÜLÜYOR

Türkiye’nin elektrik üretimi 2021 yılında 331,491 GWh olmuştur. Elektrik üretiminde hidroelektriğin payı 2019 yılında yüzde 29 iken 2021 yılında yüzde 17’ye düşmüştür. Bu durum iklim değişikliği kapsamında yaşanılan kuraklık sebebiyle oluşmuştur. Bu durum EUAŞ tarafından gerçekleştirilen üretim rakamlarına yansımıştır. Bu durum sürpriz değildir, iklim değişikliği etkilerini yağış azalmaları veya ani yoğun yağışlar, kuraklık, ani çıkan yangınlar olarak göreceğiz. Önemli olan bu etkileri dikkate alan, bu iklim değişikliğine adapte olabilen, 2050 yılında enerji sektörü kaynaklı tüm karbon emisyonlarını sıfırlayan bir enerji ve ekonomik kalkınma modelini kurgulayabilmektir.

AKP, 2002 yılında iktidara geldiğinde Elektrik Piyasası Kanunu yeni devreye girdiği ve 1996-1997’li yıllarda başlayan Yap İşlet Devret (YİD) ve İşletme Hakkı Devri (İHD) kapsamındaki yatırımların tamamlandığı döneme denk gelmektedir. Ekonomik kriz dolayısıyla elektrik talebinin gerilediği ve YİD yatırımlarının da devreye girmesiyle “enerji üretiminin bir kriz olmaktan çıktığı” dönemde AKP iktidar olmuştur. 2002 yılında kamu tarafındaki toplam kurulu güç 21 bin 680 MW iken, YİD veya otoprodüktör (kendi ihtiyacını karşılamak üzere üretim yapan) kapsamındaki toplam özel sektörün sahip olduğu kurulu güç ise 10.165 olmak üzere toplamı yaklaşık 32 GW’dır. Bu miktarın 12 GW’lık kısmı 1960’lardan itibaren yapımına başlanılan hidroelektrik santralleridir. Yani AKP İKTİDARA GELDİĞİNDE Türkiye’nin kurulu gücünün yüzde38’i yeşil enerjiden oluşmaktaydı.. Eski Türkiye’de yeşil enerji vardı, hem de doğayı, ekolojiyi, dereleri vadileri yok etmeden yapılmıştı.  

20 yıllık süreçte Türkiye’nin kurulu gücü 32 GW’dan 100’lara artmıştır ve yenilenebilir enerjide bir mertebe kaydedilmiştir, ancak yenilenebilir enerjide gelinen yer hiç yeterli değildir. Rüzgarda ve özellikle güneşte sınıfta kalmıştır. Bu dönemde, hidroelektrik santrallerin de kurulu gücü 12.000 MW seviyesinden 30.000 MW seviyesine çıkmıştır. Aynı dönemde söz konusu yeni hidroelektrik santral kapasitesi kadar da doğal gaz santrali (~18.000 MW) kurulmuştur. Elektrik üretiminde karbon emisyon ağırlığı ithal ve yerli kömüre dayalı termik santral yatırımları da devam ettiği için yükselmeye devam etmektedir. Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, enerji üretiminin yenilenebilir kaynaklara dayanması, enerji verimliliği uygulamalarının geliştirilmesine, “enerji dönüşümü”nde yol alınamamıştır.

Enerji konusunda Türkiye artık bir yol ayrımındadır. CHP İktidarında sadece iklim değişikliğini dikkate alarak yapacaklarımızdan öne çıkanlar

  1. İklim değişikliği kapsamında enerji üretiminde fosil kaynakların payı azaltılacak, yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimi artırılırken bu alanda yerli teknoloji desteklenecektir
  • Çevre ve ekosistem önceliklendirilecektir, amaç çevreyi gözeterek enerji üretimi olacaktır.
  • Enerji üretiminde dünya modelinin bir parçası olmak hedeflenecektir.
  • Hem enerji arz güvenliği hem enerjide yeşil dönüşümü sağlamak için enerji üretiminde kömür ve doğalgaz kullanımından kademeli çıkış planları yapılacaktır. Özellikle yerli kömür ocaklarında çalışan kişiler mağdur edilmeden, olumsuz sosyal etki yaratılmadan kömürden çıkış planları yapılandırılacaktır.
  • Yenilenebilir enerjide Türkiye’de potansiyeli yüksek olan güneş ana eksende yer alacaktır. 2030 yılına kadar her yıl en az 5 bin megavat büyüklüğünde güneş enerjisi santrali kurulması teşvik edilecektir.
  • Rüzgarda deniz üstü üretime odaklanılacaktır.
  • Güneş ve rüzgâr santrallerinin ucuzlayan yatırım maliyetlerini fırsata çevirerek elektrik fiyatlarının da düşürülebileceği farklı yatırım modelleri hayata geçirilecektir.
  • Enerji sektöründe hukuki ve teknik olarak tüm yapı ve işleyiş mekanizması yeşil mutabakat kapsamında gözden geçirilecektir.
  • Destekleme mekanizmaları; yerli ve yeni teknolojilerin desteklendiği ve bütün paydaşların ortak karar alacağı bir yapıya dönüştürülecek.
  • Finans sektörünün geçirdiği dönüşüm kapsamında yeşil finansmana erişim sağlanması için gerekli altyapı oluşturulacak.
  • Türkiye yenilenebilir enerji makine parkı üretiminde de güçlü haline getirilecektir. Özellikle güneş paneli üretiminde ülke çevre coğrafyada dikkate alınarak üst olarak konumlanacaktır. Devredışı kalacak termik santrallerdeki istihdam gücünün önemli kısmı bu tesislerde istihdam edilecektir.

Enerjide, Yeni Bir Dünya düzeni oluşmaktadır, Yeni Kuralları ve Yeni Kurumları ile Kuracağımız Stratejik Planlama Teşkilatı, 2050 Karbon Net Sıfır Hedefi ile ekonominin tüm sektörlerini ve enerjideki yeşil dönüşümü gerçekleştiren, planlayan, yöneten yapı olacaktır.

Şimdiye kadar Yorum yok.

Aşağıda Yorum bırakmak için ilk siz olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir