Siyasal Paradigmalar
Dr. Cem Kirazoğlu “Eğitim, nasıl bir geleceğe sahip? Gelecekte bizi nasıl bir eğitim sistemi bekliyor?” soruları “Gelecekte nasıl bir insan hedefleniyor?” sorusundan bağımsız yanıtlanamayacak olan... Eğitimin Geleceği, Demokrasinin Geleceği
Gönderiyi Paylaşın

Dr. Cem Kirazoğlu
Yetişkin Eğitimci

“Eğitim, nasıl bir geleceğe sahip? Gelecekte bizi nasıl bir eğitim sistemi bekliyor?” soruları “Gelecekte nasıl bir insan hedefleniyor?” sorusundan bağımsız yanıtlanamayacak olan sorular. Hedeflenen insanın ne olduğu neden etkiler eğitim sistemini? Çünkü hedeflenen insan tipine ulaşmak için eğitim sistemi planlanır ve tasarlanır. Ulus devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte, eğitimin kitleselleşmesi, bir ulus devletin vatandaşlarının hepsinin okuma yazma bilen insanlar olarak yetiştirilmesinin amaçlanması, hedeflenen insanın yetiştirilmesiyle ilgilidir. Hedeflenen insanın niteliği ise demokrasinin geleceğini belirleyecektir. Demokrasinin geleceği için bir insan hedeflenmeli midir? Hedeflenen insan kavramı insanı nesne yerine koyar ve dolayısıyla bu durumda demokrasiden söz etmek mümkün olacak mıdır?

En kaba haliyle, hedeflenen insan, okuyup yazabilen, dört işlem yapmasını bilen, birtakım aletleri kullanabilen, günlük yaşama ayak uydurabilen, bir yere gitmek için kullanması gereken toplu taşıma aracının hangisi olduğunu bilen, kendi işlerini takip edebilen, bir işe başvurabilen, girdiği işe ait yönergeleri, kuralları algılayıp anlayabilen ve işi diğer insanlarla uyum içinde yürütebilen, işleri takip edebilen bir insandır. Dikkat edileceği üzere kurulu bir ekonomik ve sosyal düzene ilişkin davranışların kısa bir listesini çıkardım. Bu listeye tabii ki başka davranışları da ekleyebilirsiniz.

Bu tarif ettiğim hedeflenen insan tipi için ulus devletin tüm vatandaşlarını yetiştirecek türden bir eğitim sistemi gereklidir. Okul bu sistemin en temel kurumudur. Hedeflenen insan davranışlarını öğretecek şekilde okul müfredatı tasarlanır. Bu müfredatta başarılı olan bireyler hedeflenen insan olarak yetişmiş sayılırlar. Görünen müfredatın dışında bir örtük / gizli müfredat vardır. Örtük müfredat ile, hedeflenen insanın toplum içinde dikkat etmesi gereken davranışlar, ulus devletin vatandaşının sahip olması beklenen değerler, tutumlar ve diğer davranışlar da öğretilir. Bir kişinin toplum içinde nasıl davranması ve diğer insanlarla nasıl iletişim kurması bekleniyorsa okulda da aynı şekilde davranması beklenir hatta buna göre, “hal ve gidişat” olarak adlandırılan bir değerlendirme yapılır.

Hedeflenen insana ait davranışlar daha karmaşıklaştıkça okul sistemi de karmaşıklaşır ve bireyler daha farklı bir müfredatla karşı karşıya kalırlar veya bireyler okul sistemi içinde daha ileri kademeleri kat etmek durumunda kalırlar. Bunun için de bir değerlendirmeden geçerler.

Sadece okuma yazma ve dört işlem yapma becerilerinin yeterli olduğu işleri yapabilmek için ilkokul mezunu olmak yeterli olabilir. Hatta ilkokulu bitirmek bile gerekmeyebilir. Daha ileri düzeyde okuma yazma becerilerini gerektiren (yazarlık, metin yazarlığı, gazetecilik, editörlük, araştırma uzmanlığı) ya da daha ileri düzeyde matematiksel becerileri (istatistik, muhasebe, mühendislik) veya daha ileri düzeyde fen bilgilerini (hemşirelik, hekimlik) gerektiren işleri yapabilmek için uzun yıllar okumak, en az lise mezunu olmak üzere lisans, yüksek lisans veya doktora derecesi sahibi olmak gerekir.

Eğitim sistemini yapılandırırken ulus devletler belirli yetenek ve beceri düzeyine göre bireyleri sistemin çeşitli aşamalarına yerleştirirler ve bunun için gerekli olan sınıflandırmanın da yollarını üretirler. Çünkü bu sayede yukarıda sözü edilen iş alanlarına ait becerileri gösterebilecek ve gösteremeyecek bireyleri belirlemek devletlerin eğitim ve iş dünyası planlaması açısından mümkün olacaktır. Bu sınıflandırma yapılmazsa devlet ekonomik ve toplumsal açıdan planlama yaparken zorlanır.

Bireyleri çeşitli beceri ve öğrenme düzeylerine göre sınıflandırmanın en yaygın yollarından biri sınavdır. Örgün eğitim sistemi içinde farklı beceri alanlarına hitap eden her ders için belirli sınavlar yapılır. Bu sınavların dışında örgün eğitim sistemi içinde bir üst düzeye geçmek için yeterlilik belirlemek amacıyla da çeşitli merkezi sınavlar yapılır. Bu merkezi sınavlar da bireyleri sınıflandırmanın yöntemi olarak kullanılır. Buna göre bireylerin eğitim düzeyi şekillenir. Sınıflandırma demek aynı zamanda elemek de demektir. Bireyler bazı derslerde çok başarılı olurlar bazı derslerde de olamazlar. Derslerdeki başarı düzeylerine göre sınıflarını geçerler ve ilerlerler. Örgün eğitim sisteminin daha ileri aşamalarına da geçebilmek için merkezi sınavlara girilir ve buna göre daha ileri aşamalara geçebilirler ya da geçemezler. Böylesi bir sistemde tabii ki okulu terk etmek zorunda kalanlar olur ya da Türkiye’de olduğu gibi zorunlu eğitim sisteminin başarısı gibi gösterilmeye çalışılan açık ortaöğretim veya açık liseye geçmek zorunda kalır çocuklar.

Sınıflandırma ve eleme için kullanılan yöntemlerin eğitim ve öğrenme süreçlerini yönetmek için kullanılan yöntemlerle ilişkili, bağlantılı ve tutarlı olması önemlidir. Ancak bu şekilde sınıflandırma ve eleme için kullanılan yöntemler geçerli ve güvenilir olabilir. Ama bu cümleme bakıp da “ne diyor bu adam? Meşru mu görüyor yani bütün bunları” demeyin çünkü yazının geri kalan kısmında, sınıflandırmak ve elemek için kullanılan yöntemlerin aslında insan denilen varlığın gelişimine ilişkin yapılan bilimsel araştırmalara dayalı olarak geliştirilen kuramların çok büyük bir kısmına aykırı olduğunu düşündüğümü söyleyeceğim. Dolayısıyla yaşamı savunmak için mevcut eğitim sisteminde kullanılan ölçme ve değerlendirme tekniklerinin kökten kaldırılması gerektiğini de savunacağım.

Şu ana kadar tarif ettiğim kadarıyla, aslında eğitim sistemi belirli bir sosyal yaşam ve ekonomik üretim biçimini tesis etmek ve yeniden üretmek amacıyla kurulmuş ve yürütülmektedir. Yani başka bir deyişle, eğitim sistemi kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu bir yaşam içinde o üretim ilişkilerinin ihtiyaç duyduğu insanı yetiştirmek amacını güder. Kısacası, insanların kara kaşı kara gözü için ya da insanları gelişim süreçlerinde desteklemek üzere, onların öğrenme aşklarını karşılamak üzere, onları sevdiği için var değildir eğitim sistemi dediğimiz sistem. Dolayısıyla eğitimin geleceği veya geleceğin eğitimi gibi konular üzerinde tartışılacaksa geleceğin dünyasının, geleceğin küresel ekonomik ve siyasal düzeninin ve toplumunun nasıl olacağı üzerinde durmak gerekir. Geleceğin dünyasında nasıl bir ekonomik, siyasi ve toplumsal ilkeler ve uygulamalar bütünü baskın çıkacaksa geleceğin eğitiminde de o hayata uyum sağlayabilecek bir insan yetiştirmek hedeflenecektir küresel dünya düzeni tarafından.

Baskın ekonomik ve siyasi sistemin bu kadar belirleyici (determinist) olmadığını da eklemem gerekir çünkü bir varlık olarak insan küresel sistemin yönetici aktörleri tarafından tamamıyla kontrol edilebilecek bir yapıya da sahip değildir. Öyle olsaydı herhangi bir eleştiri üretmemiz de mümkün olmazdı. En azından benim bu yazıyı yazmam da mümkün olmazdı. Zaten bu yüzden, yani insan akıllı ve baş kaldırmaya eğilimli bir varlık olduğu için, üretim ve yönetim araçlarını elinde bulunduranlar üst düzey güç uygulamaya ve had safhada dayatmaya başvururlar ve bu yüzden de eğitim süreçlerinin tamamını kontrol altında tutmaya çalışırlar. Bu düzeyde kontrole rağmen tabii ki birileri sistemi eleştirmeye kalkacaktır. Ama buna rağmen, zaten, sonuç olarak sistem kendini yeniden üretmeyi başarabilmektedir. Bu da sistemi yönetenler açısından yeterlidir. Sistemi eleştirenler uyumsuz, marjinal ya da normal dışı olarak nitelendirilirse sisteme yönelik rızayı üretmek daha da kolaylaşacaktır. Çünkü geniş kitle normal olmayı arzulayacaktır. Bu arzu da gösterilen rızanın kaynağıdır.

Eğitim süreçlerinin kontrolü ve dayatması temel olarak açık ve gizli müfredat ile bu müfredata uygun ölçme-değerlendirme yöntemleri üzerinden gerçekleşir. Hedeflenen insanı yetiştirmek üzere belirlenen içerik ve bireyin bu içeriğe hâkim olup olmadığını sınamak üzere geliştirilen ölçme ve değerlendirme yöntemleri kontrolü gerçekleştirmek üzere kullanılır. Bu kontrol konusu çok önemli çünkü kontrol sayesinde eğitim sistemi her boyutuyla yeniden üretilebilir. Eğitim sistemine yönelik rıza da bu şekilde üretilebilir. Bu kontrolün en önemli zararı da bireyin yabancılaşması olarak ortaya çıkar. Öğrenme aşkıyla, tutkusuyla dünyaya gelen birey okula gitmeye başladığında, müfredata ve o müfredatın katı ölçme ve değerlendirme yöntemlerine maruz kaldığında bu aşktan ve tutkudan uzaklaşmaya başlar. Çünkü birey, kendisine bırakıldığında yaşamın çeşitli alanlarında öğrenebileceği birçok şey varken ve bunlara karşı bir açlık hissederken okulun sınırlı müfredatı ile karşılaşır ve sonuç olarak açlığını gideremez. Ayrıca katı ölçme ve değerlendirme yöntemleri yüzünden kendi kendini değerlendirme ve kendisini tanıma şansını kullanamayıp başkalarının değerlendirmelerine muhtaç hale gelir. Müfredatın sınırından kastettiğim kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu piyasanın ihtiyaç duyduğu bilgi ve becerilerdir. Dolayısıyla kontrolü dışında kendisine dayatılan müfredatı öğrenmek zorunda kalan birey de öğretmenlerin gözünde sınıf içi düzeni bozmak, tembellik ve aptallık gibi etiketlere maruz kalır.

Sınıf içi düzeni bozmak, tembellik ve aptallık etiketleri yaşanan yabancılaşmanın yüzeysel (derinliksiz) damgalarından başka bir şey değildir. Bilginin, becerinin ve genel olarak öğrenmenin, söz ve yazı ile gözlemlenebilen davranışların sayılara dökülmesi yoluyla ölçüldüğü bu sistemde birey kendisine sorulan soruları bilemezse düşük not alır ve çalışmayan öğrenci olarak damgalanır. Birey zihnindeki hazinenin farkına varılmadığı sonucuna varır, başka türlü sınanması durumunda ya da kendi yaratıcılığı serbest bırakıldığı takdirde öğrendiklerini gururla gerçekleştirebilecek durumda olmasına rağmen keyfi ölçme ve değerlendirme yöntemlerine tabi kılındığı için yabancılaşma hisseder. Öğrenme aşkı ve tutkusunu kaybeder. “Ben kim için öğreniyorum?” diye sorgulamaya başlar ve başkaları (!) için öğrenmek (!) zorunda olduğunu hissettiğinde bu yabancılaşma artar.

Başkaları kimdir? Birey kim için öğreniyordur? Anne babasının gözüne girmek için öğreniyordur. Kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu piyasada iş bulmak ve tutunmak için öğreniyordur. Arkadaşlarına hava atmak için veya öğretmeninin gözüne girmek için öğreniyordur. Yüksek ücretli bir işe girmek için öğreniyordur. Havalı bir iş sahibi olmak için öğreniyordur. Geleceğin mesleklerinden birine sahip olmak için öğreniyordur. Yani kısaca kendisi için ve kendisini gerçekleştirmek için öğrenmiyordur ya da öneminin yadsınamayacak derecede farkına vardığı toplumsal ilişkiler ağında diğer insanlarla birlikte, dayanışma içinde, özgürce ve mutlu biçimde yaşayabileceği bir yaşam için öğrenmiyordur.

Bireyin kim için öğrendiğini sordum ama öğrendiği sanılan şeyleri gerçekten öğreniyor mudur? Ya da şöyle soralım: Ölçme ve değerlendirmenin nicel yöntemlerle yapılması öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğini veya öğrenme düzeyini geçerli ve güvenilir bir şekilde gösteriyor mudur ve nicel yöntemler öğrenme süreçlerinin niteliğini geliştirir mi? Nicel ölçme ve değerlendirme başka ne işe yarar? Diplomalar üzerindeki nicel değerlere bakarak insanları sınıflandırmak ve elemek çok kolay. Zor olan ise nitel değerlendirme yapmaktır. Nitel değerlendirmeden kastettiğim bireylerin yetenekleri ve ilgileri doğrultusunda bireyleri tanımaya çalışmak ve onların kendilerini tanımasını sağlayacak öğrenme ortamları yaratmaktır. Gerektiğinde bu süreç sonucunda birey kendi kendisini değerlendirir. Bu türden nitel değerlendirmeler zaten nicel değerlendirmelerden geçip de öğretmenlik yapmaya başlamış olan herhangi bir öğretmenin çok kolayca yapabileceği bir şey değildir, hele bir de öğretmenin sınıfında kontrol edemeyeceği kadar çok öğrenci varsa…

Bireyin öğrenme düzeyi nicel değerler üzerinden saptandığında düşünce ve duygu dünyasında yaşananlara bir sayı atfedilmiş olur ve zengin düşünce dünyasında olan bitenlerin bir sayı ile temsil edilmesi bireyin yaşadığı yabancılaşmayı pekiştirir. İçsel zenginliklere atfedilen sayılara göre bireyler sıralandığında ve bu sayılara bağlı olarak bireyler hedeflerinden mahrum kaldıklarında yaşanan hayal kırıklığı da bu yabancılaşmayı yeniden üreten bir faktör olur.

Savunduğum şudur: “nitelikli bir eğitim, nitelikli öğrenme ve nitelikli bir yaşam için nicel değerlendirme tamamen ortadan kaldırılmalıdır.” O kadar da saf değilim, merak etmeyin. Bu yazdıklarımı okuyan eğitim politikalarını yapanların, karar vericilerin ve yönetenlerin “ne kadar yazık, biz neler yapıyormuşuz çocuklarımıza” diye düşünerek bu sistemden vazgeçeceğini düşünmüyorum, tabii ki… Vazgeçmezler, çünkü kendilerini yeniden üretmeleri gerekiyor. Dayandıkları nedir, peki? Kapitalist üretim ilişkilerinden oluşan sağlam duvarlardır tabii ki en büyük dayanakları.

Edinilmesi gereken bilgiler ve beceriler karmaşıklaştıkça müfredatın değişeceğini ve bireylerin daha farklı aşamalardan geçtiğini belirtmiştim yukarıda. Geleceğin eğitimine ilişkin en net söylenebilecek şey de budur. Edinilmesi gereken ya da edinilmesi gerektiği hissedilen bilgiler ve beceriler daha karmaşık ve daha çok sayıda olacaktır. Bu karmaşıklık ve çoğalma, içinde bulunduğumuz eğitim sistemi tarafından karşılanabilecek durumda değildir. Ne öğretmenler sayıca ve nitelik açısından yeterli olacaktır ne sınıflar ne okul binaları ne de okulun fiziksel altyapısı yeterli olacaktır. Muhtemelen üst düzey teknolojinin kullanılmak zorunda kalacağı bir eğitim sistemine ihtiyaç olacaktır. Çünkü küresel sistem de üst düzey teknolojinin her yerde kullanılacağı bir yere doğru gitmektedir. Üst düzey teknolojinin kullanımı insanların kitlesel olarak gözetlenebilme imkanını da doğurduğu için eğitim sisteminde de bireylerin bilgi ve becerilerinin teknolojik yöntemler kullanılarak ölçülebileceği ve derslerin de bu yöntemler kullanılarak yürütüleceği bir ortam ortaya çıkacaktır.

Pandemi ortamı bu teknolojik yönelimin biraz daha erken olarak gerçekleşmesine sebep olmuştur. Pandemiyi bir fırsat olarak değerlendirenler eğitimi de uzaktan yürütmek için gerekli adımları atmışlardır. Her ne kadar öğretmenler ve öğrenciler uzaktan eğitimden hoşlanmamış olsalar da pandemi sonrasında uzaktan eğitim gündemin en önemli konusu olmaya devam edecektir. Göz göze gelemeyen öğretmenler ve öğrenciler uzaktan eğitim sürecinde hem kendilerine hem birbirlerine hem de öğrenme sürecine yabancılaşmışlardır. Daha önce sözünü ettiğim yabancılaşma dinamikleri bu bağlamda da gerçekleşmektedir.

Teknolojinin eğitim süreçlerine böylesine girmesi, öğrenmeyi kolaylaştıran, hızlandıran ve zenginleştiren bir etken gibi görünmesine rağmen aslında insanın öğrenmenin öznesi olmaktan çıkıp nesnesi olmasına sebep olacaktır. Başka bir deyişle öğrenmek amacıyla yola çıkan ve kendini gerçekleştiren insan değil kendisine bir beceri öğretilmesi gereken insan tipinden söz edilecektir. Öğretilmesi gereken beceri de teknolojiye dayalı küresel ekonomik ve siyasal sistemin ya da genel olarak daha da güçlenmiş olan piyasanın ihtiyacı olan becerilerdir.

Bireyin öğrenme sürecinde bir özne olmaktan çıkıp nesneye dönüşmesi yani kendi öğrenme hedeflerini belirleyemeyecek bir duruma girmesinin yaratacağı en büyük tehlike demokrasi rejimine yöneliktir. İnsan öğrenme hedeflerini yönetemeyen bir konuma düşünce kendisini de yönetemeyen bir konuma girecektir. Bu da monarşi çağının nesnesi olan insanın, ulus devletlerin oluşumuna bağlı olarak gelişen cumhuriyetler ve demokratik yapılarda kazandığı özne olma özelliğinin yitimi anlamına gelmektedir. Belki de hiçbir zaman özne olamamıştır insan ama en azından hayalini kurmuştur. Ama artık bunun hayali bile mümkün olmayacaktır. İnsan kendi hayatının kontrolünü kaybetmiş olacaktır. Artık hiç kimse, piyasanın böylesine etkisi altında kalan bir eğitim aleminde kendi hikayesini yazabilecek durumda olamayacaktır.

Demokrasiye tekrar dönecek olursak… Kendi hikayesini yazamayacak olan insanın, içinde yaşadığı siyasi sistemi de kontrol etme şansı kalmayacağından dolayı “halkın kendi kendini yönetmesi” ideali de çökecektir. İşte bundan dolayı eğitimin demokrasi ve özgürlüklerle ilişkisi vardır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir